Siz Sordunuz Biz Cevapladık – 3

Sulhi Ceylan’a Yöneltilen Okuyucu Soruları 

Abdüssamet İsak: Kitapları nasıl okumalıyız? Kitabın zihnimizde kalıcılığı için ne yapmalıyız? Ve nasıl yazma kabiliyetimizi geliştiririz?

Sulhi Ceylan: Okumak çok çağrışımlı bir kelime. Kitap, okunacak nesnelerden sadece birisi. Kişi kendini, dünyayı, evreni her an okumakta. Bu okumanın arkasında anlamlandırma isteği ve kişinin kendini konumlandırma ihtiyacı söz konusu. Bu sebeple tüm varlık insan için bir okuma listesidir diyebilirim. Kitap ise bu listede üst sıralarda yer alır. Ama salt kitap okumak için kitap okumalıdır demiyorum. Bilakis insanın insanlaşma sürecinde kitap son derece önemlidir diyorum.

İnsan neden okur? Bu soru aslında yapacağımız insan tanımıyla ilgili… İnsan dediğimizde ilk akla gelen düşünmesi… “İnsan düşünen bir varlıktır” önermesi aynı zamanda insanın kendini düşüncenin öznesi yaptığını da içerir. Yani insan hem kendini hem de kendi dışındaki olaylar, canlılar ve nesneler üzerinde düşünür. Merak etmek yetisi vardır ve bu merakını sürekli beslemek ister. İnsanın kendini tanıması meselesinde odak noktası diğer insanlardır. Çünkü insan, insanı, insanda tanır.

Okumak insanın diğer insanlarla temas etmesidir. Kendi dışındaki insanları tanıması, onların duygularına ve meyillerine eğilmesi aynı zamanda. Bu durum ise insanın kendini bilmesini doğurur. Hemcinslerini tanıyan insan aslında kendini de tanıyordur. Okumak işte burada çok geniş bir saha açar insana.

Aslında kitap okumak, insanı okumak demek bana göre. Çünkü her kitap bir insanın ürünü. Gerçi ben kitapların yazıldığına değil yazdırıldığına inanırım ama burası bu konunun yeri değil. İnsan, her kitap okuduğunda kendini de okumuş olur bu sebeple. Kısacası kitap insanın insana değme yollarından biridir. Fakat kitap okumayı hayatın manası anlamında kullandığım anlaşılmasın. Çünkü bence özne kitap değil insandır.

Okumak aynı zamanda kişinin kendinde derinleşmesini sağlar. Kendine eğilmesini, en gizli yerlerinin farkına varmasını ve dahi kendiyle yüzleşmesini. Bu sebeple kitap okumak benim gözümde eylem yapmak gibidir. Sessiz bir devrimdir kitap okumak. İnsanın kendi kalelerini fethetmesidir bir başka deyişle.

Yazma meselesini ise şu benzetme ile özetleyeyim: Bardak dolmadan taşmaz. Bardak zihin, içindeki su okunan kitaplar, taşan su da yazıdır.

Küstüm Çiçeği: İnsan neden bekler ve neden beklemekten vazgeçemez?

Sulhi Ceylan: İnsanın tanımlarından biri de umut edebilen canlı olmasıdır. Uçurumun ağzındayken, kurşun kalbine tam saplanacakken bile umut edebilir. İşte bu durum insanı beklemeye zorlar. Belki der, bugün değilse bile bir gün… Fakat genellikle bu “bir gün” gelmez. Elimizde sadece beklemek kalır. Bu beklemek zamanla bir öğretmene döner. Bizi terbiye eder. Hayata hazırlar.

İnsan hemen hemen her şeyi bekleyebilir ama beklenilen bir sevgiliyse azapların en derinini yaşar. Çünkü aşk; beklemeyi yani acıyı arttırır. Tüm emareler gelmeyeceğini gösterse de âşık beklemekten vazgeçmez. Çünkü aklıyla değil hisleriyle hareket ediyordur. Burada bir aşk tanımı yapayım: Aşk kişinin kendisini değersiz kılmasıdır. Yani değerli olan sadece maşuktur. Âşık dağları delse bile, bu durum sevgilinin saçının bir teline değmez diye düşünür. Bu sebeple kendini de feda eder. İnsana değersizliğini gösterdiği, kendinden başkasını düşündürttüğü ve fena kapısına varmasına neden olduğu için aşk son derece değerlidir. İşte burada, âşık değersizliğinin farkına varır ve bir himmet rüzgârı esip kalbinin yönünü Hakk’a çevirirse velilik kapısı açılır. Allah nasip etsin.

Küstüm Çiçeği: Birine veda etmek bir daha görüşmeyeceğimizi kabullenmek değil midir?

Sulhi Ceylan:  Her veda, tekrar buluşma çağrısıdır. Her veda, seni daha çok özlemek istiyorum demektir. Her veda, seni sensiz de yaşayabilirim, cümlesinin denenmesi ve becerilememesidir. Çünkü veda eden kişi asla tek kalamaz, hatıraları sırtında taşır. İnsan hatıralarından ibaret değil midir? Sözün özü doğduğu an dünyaya veda etmekle nişanlanan insan, vedalardan geçtikçe kendine gelebilir. En büyük veda ise kendi arzularına karşı gerçekleştirebildiğidir. Allah kolaylaştırsın.

Küstüm Çiçeği: Biri bana bir şiirde yaşamıyoruz, şiir para getirmez hayat böyle değil demişti çok uzun zaman önce. Ben bir sürü şiiri yaşadım hayatımda. Şiir hayat değil midir, insan mı şiiri yaşar? Şiir insanda mı yaşar?

Sulhi Ceylan:  Şiiri çok da abartmamak gerekir. Hayatında şiirin hiç yeri olmayan çok insan var sonuçta. Size şiir sevdirilmiş olabilir bu halde hayatınızı bir şiir olarak görebilirsiniz. Sonuçta şiir insanın mısralara sığdırılma çabasından öte bir şey değil. Tecelliye tabii olun ama sizin tecellinizi yaşamayan insanları da hor görmeyin. Zira Allah’ın tecellilerinde tekrar yoktur. Şunu da söyleyeyim son olarak, bence suskunluğun dili şiirin dilinden üstündür. Çünkü suskunlukta hiçbir sınır yok. Şiir de ise kelime ve imge ile sınırlısın son tahlilde. Düz yazı zaten baştan sona sınır.

Hammamizade: Edebifikir isminde neden ısrar ediyorsunuz, değiştirmeyi düşünür müsünüz, bu konudaki fikirleriniz nedir?

Sulhi Ceylan:  Gayet memnunuz. İsmin bir simge ve aslolanın o simgenin içini doldurmak olduğunun farkındayız. Derdimiz de bu. Sıkıntı yapmayın!

Samet Kara: Deneme kitabı gözüküyor mu ufukta?

Sulhi Ceylan: Evet, çalışmalar devam ediyor.

Samet Kara: Hakikati çok açık ortada görmekteyim. Gitmem gereken, varmam gereken yeri biliyorum. Vasıtaları biliyorum. Sorunum şu bunları adım gibi bilirken neden yolun başından hep geri dönüyorum. Neden bir el mesafesi olan yakınlığa sürekli uzak düşüyorum. Her gün niyet edip neden güneş batımında rahmetli Cahit ağabeyimizin deyimiyle muhallebi kıvamını alıyorum. Merak ediyorum nefs demeden söylenecek başka cevap olur mu?

Sulhi Ceylan: Öncelikle nefs demek insan demektir. Bunu kabullenelim. Saniyen bilmek ve idrak etmek farklı şeyler. Bilmenin eyleme dönüşmesi zordur. Ama idrak edilenler kendini direk eylemde bulur. Yani bilmek üstünkörü bir şeydir. Hakikatine vasıl olunmamış… Olayın büyüklüğü fark edilememiş ve bu sebeple hayrete geçilememiştir. Ama idrak eden idrak ettiğinin damarlarına nüfuz etmiş ve böylece hayret sahiline varmıştır. O halde Allah dertsiz bırakmasın.

Ayşegül: Neden şiirin (bazen) anlaşılmaz bir şey olduğunu söylemediniz? Bunu Edebifikir’den öğrenmiş olmayı çok isterdim, Furkan Çalışkan’ın şiire başlama hikâyesini anlattığı bir konuşmasıyla bunu öğrendiğimde yılların Edebifikir okuyucusuydum. Buradan konuyu şu soruya da getirmek istiyorum; halktan kopuk olunca edebiyatın başını göğe mi erdiriyorsunuz? Sizce de Edebifikir’e yazı göndereceklerin dikkat etmesi gereken hususlarla alakalı yüklediğiniz yazı çok geç kalınmış bir yazı değil midir?

Sulhi Ceylan: Şiirin bazen anlaşılmaz bir şey olduğunu söylemeyi abes gördük, çünkü çok açık. İnsan gibi. İnsan da bazen yaptıklarının sebebini açıklayamaz. İnsana eğilen orada şiiri görebilir.

Hiçbir yazının halktan kopuk olduğunu düşünmüyorum. Her yazının bir okuyucu kitlesi vardır. Ama bazısının çokken bazısının azdır. Yani halktan kopuk demek ben anlamıyorum demektir ama bu herkes anlamıyor manasına gelmemeli. Bir de, bir konu herkes tarafından anlaşılıyorsa orada bir sorun olabilir, dikkatli olunmalı!

Edebifikir’e yazı göndereceklerin dikkat etmesi gereken hususlarla alakalı yazıyı yazmak anca aklımıza geldi. Burada haklısınız, geç kaldık. Ama tecelli böyle zuhur etti, affımızı isteriz.

Medine Tektaş: Edebiyat yönünden yazı yazmamı isteyen benim bunda başarılı olacağımı gözlemleyen gerek akranlarım gerekse eğitim yönünden benimle ilgilenen büyüklerim var. Ama ben yazamıyorum kalemi elime alınca bütün kelimeler beni terketmiş gibi kalıyorum. Beni yazmaktan alıkoyan nedir?

Sulhi Ceylan: Yazmak, okumanın bir süreği. Önce çok iyi bir okur olmak gerekiyor. Yazmak ikinci sırada yani. Okunmayı bekleyen koca bir gelenek sizi bekliyor. Korkusuzsa bu deryaya dalın. Ama bir yandan da oltanıza gelenleri günlüğünüze kaydedin. Zamanı gelince yazı kendini size açacaktır. Sabır ve gayret ile okumaya ve çalışmaya devam edin sadece.

Hasibe Zeynep Halezeroğlu: Akıl alır gibi değil hocam, ölümü bile bile insan nasıl yaşar?

Sulhi Ceylan: İnsanın elinden başka bir şey gelmiyorsa, yani bir konuda acizse ister istemez onu unutma yoluna gider. Böyle anlarda gafleti bir ana kucağı bilir ve kendini o kucağa atar. Ama kaçınılmaz son kendini elbet gösterir. O halde yaşamın anlamı ölümden gelir. Ve bu sebeple ölüm kötü değil hayata anlam veren bir gerçeklik halini alır. Ölüme ne gözle bakılırsa hayat ona göre anlam kazanır. Ölümü vuslat olarak niteleyenler akla gelmeli.

Hasibe Zeynep Halezeroğlu: “Anlamsızlık” zindanı ruh eritici, can yakıcı. Elbet var mıdır bir kaçış planı? Varsa bile gıdası zifiri karanlık olan ve dışarıda ki aydınlıktan korkan mahkûm bu kaçışta nasıl/ne kadar başarılı olabilir?

Sulhi Ceylan: Hayatımız, dünyadaki yaşamımıza anlam bulmakla geçer. Anlamı olmayanların yaşama sebebi de olmaz sanırım. O halde bize verilen hayat süresi koca bir imkândır. İmkânı har vurup savurmakta insanın elinde, onu en güzel şekilde değerlendirmekte. İtikadımızca başarmak kötü bir kelimedir. Biz yolda olmakla mükellefiz. Yolda korkularımızla yüzleşeceğimizi de unutmamalıyız. Bazen kaybedip düşeceğiz ama tekrar ayağa kalkmanın başlıbaşına bir eylem olduğunu da yolda öğreneceğiz. Sözün özü hayat bir cihattır ve bu cihat meydanı her insanın vücut iklimidir.

Hasibe Zeynep Halezeroğlu: Hocam dünyadan kapıyı çarpıp gitmek istediğiniz anlarda ne yana gidersiniz?

Sulhi Ceylan: Zâriyât Suresi, 50. ayet-i kerimesine… Başka yol varsa siz söyleyin lütfen.

Samet Arslan: Kendimle giriştiğim her savaşın sonunda mağlup oluyorum. Bu savaşta galip gelmek mümkün mü? Ben ne yapacağım benimle?

Sulhi Ceylan: İnsan bedeni aslında bir savaş alanıdır. Her an nefsimizle kalbimiz savaş halinde. Yani şeytan ve meleğimiz. İşte bu savaş; insanı insan ya da şeytandan beter eden bir sonuca sahiptir. Yenilmek bu savaşta ümidini kaybetmeyenler için bir tecrübedir. Tecrübe de yoldakiler için bir azık… O halde düşmekten bıkmayan insan kalkmaktan da bıkmamalıdır. Sözün özü yola devam etmek gerekir. Bazen yolda olduğunu fark etmek için yoldan bile çıkılabilir. Ama her hâlükârda yola dönmek ve yolun hakkını vermek gerekir.

Sahra Ayat: Rabbimiz bizim için her zaman en hayırlı olanı verdiğine göre bizim dua etmemize gerek var mı gerçekten, zaten o yazılan gerçekleşmeyecek mi? Biz dua etsek de zaten hayırlıysa olacak, hayırsızsa olmayacak. Yani bizim duamızla sonuç değişmeyecek diye düşünüyorum.

Dua etmek bazen nefsimi tatmin etmek gibi geliyor bu yüzden. Hatta Rabbimin benim hakkında verdiğine razı olmayıp, ondan istekte bulunduğumu düşünüyorum. Bu yüzden de dua olarak genelde O’ndan razı olabilmeyi ve affedilmeyi istiyorum sadece. Tüm insanlar için de bu şekilde dua ediyorum. Çevremde çok fazla derdi için dua isteyen oluyor. O dertlerin bir hikmeti olduğunu ve vakti gelince de o derdin alınacağını düşünüyorum. Rabbim o kişi için şuan bunu uygun görmüşken, ben O’na sadece “Bu kulunun senden razı olmasını nasip eyle ve imtihanını sana yaklaşmaya vesile eyle” diyebiliyorum. Derdinin sonucu için dua etmek doğru gelmiyor. Çünkü zaten sonucunda ne verecekse en hayırlısı odur, öyle değil mi?

Okuduğum kitaplarda da gördüğüm kadarıyla Allah dostları dua etmekten kaçınmışlar. “Zaten halimi biliyor, niye ona halimi arz edeyim ve ondan bir istekte bulanayım” diye düşünmüşler. Mesela Rabia el Adeviyye (k.s.), Bayezid-i Bistami (k.s.) Vs. Ama Peygamber Efendimizin (s.a.v.) birçok duası var ve duanın önemiyle ilgili de birçok hadis ve ayet. Burada elbette bir zıtlık yoktur ancak bu durumu nasıl açıklayabiliriz?

Mesela Bayezid-i Bistami hazretlerinden birisi dua istediğinde “Yarabbi şu insanlar senin halkındır, sen de onların Halik’ısın. Ortada ben kim oluyorum ki seninle halkın arasında vasıta olayım.” dermiş ve “O esrara vakıftır, şu lüzumsuz işlerle benim işim ne?” diye düşünürmüş.

Bazı Allah dostları da duayı, isteğinin verilmesi için değil, namaz gibi bir ibadet olarak gördükleri için yapmışlar. “Dua etmekle emredilmiş olduğumuzdan bu emre uymak için dua ederiz.” demişler. Ancak burada yine, bu kastedilen dua nasıl olmalı konsu beni düşündürüyor.

Sulhi Ceylan: Allah’a sığınmak, iltica halinde bulunmak kul olmanın gereğidir. Tüm peygamberler ve veliler, ister bela ve musibet anı olsun isterse rahat ve bolluk anı olsun, her anlarında Mevlâ’ya duadan geri durmamışlar, müminlere de bu “sürekli dua” halini tavsiye etmişlerdir. Esasen insanın yaşadığı, karşılaştığı her olumlu veya olumsuz durum bir dua vesilesidir.

Dua, kalpte Allah Teâlâ’ya açılan bir kapı gibidir. Bu kapı açık olduğu sürece kul Rabbi ile irtibat halindedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(Rasulüm!) De ki: Dualarınız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 77). Kulun Rabbi ile olan manevi bağı dua halini, dua hali de bu bağı kuvvetlendirir. Neticede kul, sürekli huzurda olma şuuruna erişir. Bu da kuluna şah damarından daha yakın olan Cenab-ı Hak’la arasına giren idraksizlik perdelerini yırtar, yakîni arttırır.

Dua, kulun Allah’a acziyetini itiraf edip boyun bükmesidir. Bu bakımdan duasızlık kibir, dua ise tevazudur. Fakat dil ile edilen duaya kalbin de eşlik etmesi gerekir. Yani kul Allah’a yöneldiğinde bütün varlığıyla yönelmeli, diliyle Allah’a yalvarırken gönlünden başka şeyler geçirmemelidir. Bu hal duanın kabulünde çok önemlidir. Çünkü halis kalple yapılan dualar geri çevrilmez.

Samimi, ihlâslı bir dua ile talep edilenin dünyada verilmiyor oluşu, Cenab-ı Hakk’ın duaya icabet etmediği anlamına gelmez. O kuluna ya istediğinden daha hayırlı olanı verir ya da duasının ecrini ahirete bırakır. Ama yapılan her duayı muhakkak işitir, bilir ve ona bir karşılık hazırlar. O, açığa vurulanı da gizleneni de bilendir.

Bazen veliler manevi hallerinden ötürü duayı terk edebilirler. Bu onlara has bir durumdur. Allah’a yakınlıkları sebebiyle dil ile dua etmeyebilirler. Ama kalben hep dua halindedirler. Duanın yakarış olduğunu hatırlayalım. Biz sünneti seniyyeye uymakla mükellefiz. Bizim de kalbimize bazı ilhamlar gelirse bunu da kalp ehli velilere sormak gerekir. Sözün özü kalp Hakk’ın evidir, sır madenidir. Kişi fetvayı müftüden değil kalbinden almalıdır. Ama kalbini de fetva alabilecek seviyeye getirmelidir. Allah velilerin o güzel halleri ile hallendirsin.

Velilerin hallerini bizim gibi pürkusur kişilerle karşılaştırırsanız sizden dua eden birine “sabret” gibi öğütlerde bulunursunuz. Halbuki o sizden dua istiyordur ve belki de şifasının anahtarı sizin duanızdadır. Bu sebeple insanlara istedikleri hayırlı olduğu müddetçe dua etmek gerekir. Ama manevi bir hal yaşıyorsanız halin gerektirdiklerini yerine getirin. Ama bilin ki herkes sizinle aynı yerden bakmıyordur Rabbine…

Deruni: Kendinizden çok birini ya da bir şeyi sevdiğinizi hiç düşündünüz mü?

Sulhi Ceylan: Evet düşündüm.

Deruni: İnsan âşık olduğu kişiyi kendisi mi seçer yoksa kişinin iradesi dışında mı gerçekleşir?

Sulhi Ceylan: Aşkın olduğu yerde akıl yoktur. Yani kişi aşka düşer ve bu düşmesi bilinçli değildir. İradesi dışındadır. Ama Cesare Pavese’nin şu sözü de içimde bir soru işareti oluşturmuyor değil: “Hiçbir kadın, bir adamla parası için evlenmez. Kadınlar bir milyonerle evlenmeden önce ona âşık olacak kadar akıllıdır.”

Ahmet Saka: İbn Arabî hazretlerinin kitaplarını daha önce okumadım ancak başlamak istiyorum. Hangi sırayla okumamı önerirsiniz?

Sulhi Ceylan: Öncelikle sağlam bir akait eğitimi almalı. Daha sonra ise fıkıh ve tasavvuf. Daha sonra İbn Arabi hazretlerinin kitaplarına dalmalı bence. Dediğim duruma gelince lütfen haber verin, istişare edelim.

Adem: Nefs terbiyesinin zihninizde uyandırdığı anlam nedir?

Sulhi Ceylan: Kendini bilmek. Hayatın akışına dur demek. Düşünmeden yapageldiğimiz işleri sorgulamak. Kısaca insanlaşma sürecine girmek.

Adem: Şiir sizin için ne ifade ediyor?

Sulhi Ceylan: Sınırların aşılması, kelimelerin anlamlarının ötesine geçmek, gökkuşağına dokunmak, acının biyografisi, arayışın estetik hali vb.

Adem: Edebifikir’in kurucuları arasında kimler yer alıyor? Hikâyesi nedir?

Sulhi Ceylan: Edebifikir serüveni 2010 yılında başladı. Bu serüvenin özetini sitenin racon bölümünde şöyle anlattık: Edebifikir; ‘insan ülkesinde’ otağ kuran göçebe bir yolcudur. Fikir, aksiyon ve eylem platformu olarak henüz söylenmemiş sözlerin varlığına inanır. Gerektiğinde yumruklarını ve gözyaşlarını bir tohum gibi sokaklara bırakır. Dünyada yer işgal etmenin bedeli vardır. Edebifikir, bunu duyurmanın yükümlülüğünü hisseden bir sitedir. Burası sadece birtakım metinleri okumak için var değildir. Kalplerde ve zihinlerde olanı gözlerde ve bileklerde gösterme çabasındadır. Edebifikir, fikri hareketle mezcetme davasında olan bir yapıyı barındırır. İşte bu saiklerle 2005 yılında bir site kurmaya karar verdik ve yola koyulduk. Bu süre içinde yazar kadromuzda da pek çok değişiklik oldu. Site olarak edebiyat ve fikri her zaman önde tuttuk. Fikri aksiyonla birleştirmek içinse sürekli eylemler, şiir geceleri ve söyleşiler tertip ettik ve ediyoruz.

Adem: Edebifikir yazarlarını yakından tanıyor musunuz, bu tanışıklığınız nereye dayanıyor, yazar kadrosuyla birebir görüşüyor musunuz? Abdullah Karaca nereye gitti, kadrodan neden ayrıldı?

Sulhi Ceylan: Hepsini yakından tanırım. Ara ara, genelde Kadıköy Çaykolik’te buluşur, sohbet ederiz. Önceleri yazar buluşmalarımız kalabalık olurdu. Ama zaman içinde çoğu evlendi ve şimdi sadece telefonda görüşebiliyoruz. Bir de İstanbul’u terk edenler oldu ama onlarla da telefon ile sürekli görüşme halindeyiz. Canımız çok sıkılıyor ve ister istemez birbirimize ihtiyaç duyuyoruz. Kadromuza yeni yazarlar eklendikçe buluşmalarımız şenleniyor. Bu yazarlar öğrenci olursa daha da güzel oluyor. Çünkü öğrenci demek devrime inanan genç demektir.

Abdullah Karaca en hayırsız yazarımızdır. Evlenir evlenmez bizle ilişkisini kesti. Gerçi bu konuda kimse Mustafa Çolak’ın eline su dökemez. Abdullah bizimle ilişkiyi kestiği gibi yazmayı da bıraktı. Üsküdar’da oturduğu halde yanımıza gelmiyor. Allah hidayet etsin, devrime inandığına da inanmıyorum artık.

Resim: Igor Morski

DİĞER YAZILAR

15 Yorum

  • Hilal Görgülü , 10/05/2021

    Sevgili Edebifikir, Sulhi Ceylan’a sormak istediğim sorum var, bu bölüm devam ediyor mu ve sorumu nereye yazmalıyım?

  • İbrahim Tekin , 20/09/2020

    Sayın Karaca’yı yazarlar bölümüne ekleyene kadar Zencefilli Somonlu Suşiyle birlikte Ejder Meyveli Smoothie içmeme eylemimiz devam edecektir.

    Oynanan oyunun farkındayız.

  • L kapısı , 18/09/2020

    “Okumak aynı zamanda kişinin kendinde derinleşmesini sağlar. Kendine eğilmesini, en gizli yerlerinin farkına varmasını ve dahi kendiyle yüzleşmesini.”

    Hocam bunu ‘okumak’ sağlamaz. Tam tersine kendinden uzaklaştırır. Bilgilendikçe daha çok dikkati dağılır ki derinleşemez.Dünyevîleştirir..Bilgiyle donandıkça insanın kaprisi, itibar ve statü tutkusu, idi ve süper egosu kalınlaşır. Okumuşların en mühim yanılgısı kendilerini derinleşmiş zannetmeleridir.

    Insanın kendinde derinleşmesini sağlayan şey!

    ?

    • Sina , 22/09/2020

      Şeker yemesi gerekir ehl-i safranın;
      Bu, rağmına olsa dahi ehl-i sevdanın

    • L kapısı , 24/09/2020

      Parmağa değil işaret ettiği şeye bakmakta fayda var. Her ne olursa olsun.

  • frida kahlo , 18/09/2020

    Sulhi Bey,
    Raşit Küçükkürtül ve Abdullah Karaca’lı bir Kadıköy buluşması akabinde İstanbul’un uyuşuk halkına siz ve yarenlerinizin şiir inşâd etmesini bekliyoruz.

  • Nurittin , 17/09/2020

    O kadar saçma cevaplar ki… İnsan cidden üzülüyor. Hiç mi bir şey öğrenmedin bu yaşa kadar

    • Nittinnurittin? , 18/09/2020

      Çok merak ettim, rica etsem aynı sorulara siz cevap verir misiniz?

    • Hacı amca , 19/09/2020

      Hangi cevabı neden yetersiz gördün yaz da işkembeden konuşmadığını anlasın okur.

      Bir de sitenin ismindeki mananın güzelliğinden usanan takipçide varmış. ilginç

  • I. Maximilian , 17/09/2020

    Bence Karaca, boğaza nazır köşkünde her şeyi uzaktan izliyor ve Sulhi Ceylan’dan intikamını zamana yayarak alıyor. Belki de Godfather’da olduğu gibi gece kesik at kafasıyla S. Ceylan’a bir mektup bile göndermiş olabilir.

    • Küçük kara balık , 18/09/2020

      İlk soruya yazar kendi istediği şekilde cevap vermiş:) kardeşim okuduğun kitapları tahlil eden yazılar yazarsan çok kalıcı olur. Başka bir yol da özetini yazmak. Kitapyurduna yorum bile yazsan aklında kalıyor. Yoksa ben de çok unutuyorum. Yazma işlemi için de, yazmaya başla. Dolmayı bekleme. Yoksa o an hiç gelmez. Zira insan oldum/doldum olamaz. Sonu yok ki. Ve nice insanların yeteneği o kadar kuvvetlidir ki iyi bir okur olmasa da kuvvetli gözlem yeteneği ve dili ifade becerisi sayesinde iyi metinler ortaya koyabilir. Ve bunu da yazmaya koyulmadan bittabi göremez.

  • ruhumdaki barikatları devirdim , 17/09/2020

    sizi çok sevdim sulhi ceylan

  • smtkara , 17/09/2020

    İdrak etme noktasında neyi eksik yapıyoruz peki hocam, ıskaladığımız ne oluyor, zamana mı ihtiyaç olunuyor burada?
    Emeğinize sağlık derdimizin derman olması duasıyla.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir