Biçimsel Ahlak

Aklı “öznel izlenimler” ile inşâ edişin öznel aklın dünyaya egemen oluşuna sebebiyet verdiğini söylüyor Max Horkheimer. Akabinde ise, öznel aklın biçimselleşmiş akıl demek olduğunu söylüyor. Biçimselleşmiş akıl, hâlihazırdaki dünyaya egemen olan akıldır. Bu aklın dünyaya egemen oluşu sonrası; “düşünceler otomatikleşir ve araçsallaşır, kendi başlarına anlamlı görülmeleri de güçleşir, Eşya olarak makine olarak görülürler… Anlamın yerini, eşyanın ve olayların dünyasındaki işlev ya da etki alır.” Düşüncenin kendine dayanak teşkil edecek bir temelden yoksun oluşu ise düşüncenin, “egemen olan”ın dünyayı yönlendiren “pratik” amaçlarına esir oluşu demektir. Ve dolayısı ile pratik olana hizmet etmeyen düşünce yok hükmündedir.

Kant bilginin köküne “duyu”ları yerleştirirken aklı öznel izlenimin esiri yapmamış, Teoman Duralı’nın “Aklın Anatomisi” kitabında da vurguladığı üzere; “Akla tapmayıp onu keşfe çıkmıştır… Aklın eleştiricisi kesilmiştir. Bu da O’nu aklın sınırlı güce kudrete sahib olduğu hakikatine sevk etmiştir.” Aklın sınırlı güce sahip olduğu hakikatini idrak edişinin nihayetinde ise Kant salt sezgi verisi bilgi çeşidi de vardır demiştir: Tanrı ve ahlaka ilişkin bilgiler. Duyulardan kaynaklanmayan, kaynağını hakiki olandan alan bir bilgi olarak “ahlak”; aklın öznel izlenimlere değil “hakiki” olana bağlanması demek idi.

Bu noktada düşünmemiz gereken ise; ahlakın, aslen “İslam Ahlakı”nda ve yukarıda Kant’ta savunulan biçimde hakiki olana bağlanarak var olduğu hakikatidir. Aksi mümkün müdür: Ahlak hakiki/mutlak olana bağlı olmadan da cari olabilir mi?

Akıl-ahlak ilişkisi bağlamında konuşacak olur isek; aklın “izlenimler vasıtası” ile ahlaka vücut verdiği düşüncesi üzerinde durulmalı. Zira günümüz akıl-ahlak bağıntısı bu minvaldedir. Aklın izlenimlere göre şekil aldığı düşüncesinin İngiliz deneyciliği düşüncesinin bir ürünü olduğunu biliyoruz. Dolayısı ile izlenimlerin değişmesi ile aklın düşünür iken kullandığı dayanak noktaları da değişir. Yani bu dayanaklar köksüz, yaşanılan dönemin gereklerine uymadığı takdirde kaldırıp atılabilecek “araç”lardır sadece. Aklın öznel izlenimlerden başka dayanağı olmaması demek ise Kant’ın bahsettiği o aklın inanç olarak kabul ettiği hakiki olana bağlı olan “ahlak”ın insan zihninde var olmaması demektir. Durum böyle iken dünyada “suni” nizamı sağlayacak olan devlet eliyle getirilen hukuk kuralları ile “biçimsel ahlak” tesis edilir.

Biçimsel ahlak; İngiliz deneyciliğinin “öznel” aklının bir sonucudur. Zira daha evvelde vurguladığımız gibi öznel akıl; aklın değişmeyen mutlak hakikatlerine karşı çıkarak aklı zamanın “pratik” değişimine terk eder. Akıl, değişen pratiğe ayak uydurur. Pratik değişiklik ise “deney”in gelişmesi dolayısı ile eşya ile münasebetin daha çetrefilli bir hal almasıdır. İngiliz deneyciliğinin zihinleri “duyu”lara yani eşyaya hapsettiği düşüncesinden hareket ile de biçimsel ahlak; insanı, eşyanın hüküm sürdüğü dünyaya zincirleyen ahlak demektir.

Modern devlet “deneyci” felsefenin bayraktarlığını yapan devlettir. Özel olarak devletler ve genel olarak ise tüm dünya nezdinde düşünecek olursak; insanın yaşadığı her “yer” bir nizama ihtiyaç duyar. Burada önemli olan nokta ise ihtiyaç duyulan nizamın; “hakiki” bir “nizam” olması gerektiğidir. Hakiki nizamdan kastımız ise şudur: Öznel izlenimlere esir olmayan bu sebep ile de tüm insanlığa teşmil edilebilecek bir “nizam”. Modern devletler ve devlet toplulukları nizamı “hukuk” vasıtası ile kurmaya çalışırlar. Modern hukuk kitaplarına göz atılacak olursa görülür ki; müellifler evvela hukuk-ahlak bağıntısı üzerinde dururlar. Müelliflerin kurduğu bağıntı dikkat ile incelendiğinde hukukun ahlak ile çatışmadığı söyleminin ardından, hukuk metinlerine konu olan ve hukuk ile ahlakın çatışmadığı görüşünden de hareketle ahlaki olarak nitelendirilebilecek önermeler içerisinde girmeyen ahlaki buyruklar devletin kurmaya çalıştığı “toplum nizamı”nda çok da yerleri olmayan buyruklardır anlamı çıkar. Modern devlet toplum nizamına uyulacak kuralları belirler ve fakat insanların bu kurallara uyması için lâzım gelen o “iç kuvvet”i tesis etmez/edemez. Bu anlamda ahlak kuralları kanun metinlerine indirgenmiş; uyulması beklenen fakat uyulmasını sağlayıcı “kuvvet”ten mahrum bırakılan buyruklardır.

Biçimsel ahlakın bir veçhesi deneyci ve pragmatist düşünce akımlarınca desteklenen modern devletin bu neviden ahlakı kanun hükümlerince soyut manada koruması durumu iken ikinci veçhesi ise -yine modern düzence- biçimsel ahlak kurallarına bu defa somut olarak uygun davranılması gerekliliğinin öğütlenmesi bu manada bireyi tahakküm altına almasıdır. Bu manada ahlak, Kapitalist sisteme uyum sağlayıcı meslek ahlakı olarak görünüm arz eder. Bu veçhesinin anlatımını en güzel Max Weber yapar. Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı eserinde şöyle bir değerlendirmede bulunur: “Asketizm manastır hücrelerinden meslek yaşamına taşınınca ve dünyevi ahlaka egemen olmaya başlayınca, kendi açısından, çağdaş ekonomik düzenin teknik ve ekonomik varsayımları üzerine kurulu mekanik araçların ve makinelerin üretimine bağlı büyük bir evrenin kurulmasına yardımcı oldu.” Yine Weber bu ethik’in burjuva ve onun kurmak istediği düzenden kaynaklanan bir ethik olduğunu söylüyordu. “Burjuva iş adamı biçimsel doğruluğun (düzenin biçimsel doğruluğu kast ediliyor) sınırları içinde kalabildiği kazanç peşinde koşabilir.” Burjuvanın kurmuş olduğu düzenin içinde, -yani bu düzen husule gelirken beraberinde getirdiği tüm felsefe ve kurumları içinde- ve bu düzenin devamı için yapılan her şey ahlakidir. Asıl önemlisi başka “ahlak” da yoktur. Ki bu düzenin getirdiği ahlak da -sadece- kapitalist düzenin devamlılığı için çalışmaktır. Bu anlamda “ahlak” aslında kapitalizmin “ruh”u haline gelmektedir. Ahlak, kapitalizmin bir “nefer”i olarak; kapitalist düzenin devamlılığını sağlamak üzere “meslek ahlakı”dır. Ahlak; insanlara kapitalist yaşam düzenini sağlayan “iş”i “düzgün” bir biçimde sahiplenmenin adıdır.

Bugün insanın “mutlak” olan ile irtibatının kesilmesi neticesinde ahlak; Weber’in deyişi işe “tamamen kazanca yönelik bir uğraşının kişiler tarafından bir ödev olarak hissedilmesi” olarak vardır. Bu anlamda örnek üzerinden gidilecek olur ise; devletlerin kanunlarında suç olarak ihdas edilen “cinsel istismar” biçimsel ahlakın 1. veçhesi olarak nitelediğimiz biçimde var olan bir buyruktur. Yani devlet bu suçu ihdas etmiş, ahlaken kötülemiş ve fakat vatandaşının zihnen ve kalben yani “mutlak” ile bağlantılı bir biçimde bir düstur olarak kabul etmesini sağlamamıştır/sağlayamamıştır. Fakat aynı devlet, iş kanunlarında işçi için “İşveren, işin görülmesi ve işçilerin işyerindeki davranışlarıyla ilgili genel düzenlemeler yapabilir ve onlara özel talimat verebilir. İşçiler, bunlara dürüstlük kurallarının gerektirdiği ölçüde uymak zorundadırlar.” Hükmünü ihdas ettiğinde bu hüküm ilki gibi uyulmasında bireylerin zorlandığı bir hüküm olmamaktadır. Zira içine doğulan ve içinde yaşanılan dünya düzeni ikinci neviden hükümlere uyulması gerekliliğini “öğretmekte”dir. Bu hükümlere “meslek ahlakı” sebebi ile uyulması ise bu düzenin kökünü sağlamlaştırmaktadır. Hakiki ahlak gibi hakikate varışın zorunluluğu olarak değil fakat kapitalist düzenin devamının bir zorunluluğu olarak “biçimsel ahlak”ın varlığı, kapitalist dünya düzenince özenle korunmaktadır. Bu sebep ile modern dönemde ahlak; salt kapitalist düzenin devamlılığını sağlamak gibi bir işlev yüklenmiş bulunmaktadır. Artık kapitalist düzen içerisinde ve onu besleyerek çalışmak ve yaşamak “ahlaki”dir.

Feyza Yapıcı

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Delinin 1i , 18/02/2016

    Biçimselleşmiş akıl, hâlihazırdaki dünyaya egemen olan akıl değil, halihazırdaki dünyanın egemen olduğu akıldır!

Delinin 1i için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir