İçimdeki Felsefe Kendini Çürütüyor -I

Her gün sayısız olayla karşılaşır, sayısız kişinin bakışlarına maruz kalır ve sayısız düşünce içerisinden kendimizi sıyırmaya çalışırız. Sanki ayaklarımız altında kimi zaman hızlanan kimi zaman ise yavaşlayan bir düzenek var ve biz istediğimiz zaman onu kendimize göre ayarlayabiliyoruz.

Görmek ve duymak istediklerimize yoğunlaşmak için yavaşlıyor, görmezden ve duymazdan gelebilmek için ise hızlanıyoruz. İhtiraslarımız var ve biz “ihtiraslarımızın bilgisine ulaşmak için takip edilecek en iyi yol olan ruh ile beden arasındaki ayrılığı incelemeye”[1] koyuluyoruz. Öyle ki bu bir denge hali gibi bizde beliriyor. Böylece, bizde bulunan fonksiyonların bunlardan hangisine yükletilmesi gerektiğini bilmiş oluyoruz.[2] Bilgimizin avuntusundan bir sonuca erişiyor muyuz, bunu hayatımızın geri kalan kısmındaki düşünüşümüz belirleyecektir. Bir maden gibi bunu eriteceğiz, önce önümüze alacağız, önümüze almakla yetinmeyeceğiz. Çünkü öne almak bir hesaplaşmayı gerektirir, sözünü dinletebilmeyi gerektirir, biz önümüze aldığımızla ardımıza sakladıklarımızı eşit biçimde karşılaştırmadığımız müddetçe ne beden-ruh dengesini sağlayabiliriz ne savaş-barış durumunu çözüme kavuşturabiliriz. Bu seslilik hali içimizden evrene yayılır ve huzursuzluk üzerimizde bir bulut gibi sürekli bir biçimde dönenip durur.

Huzursuz olan, herkesi ve her şeyi huzursuz sayar. Bizde olduğunu bildiğimiz ve bize ait olarak görünen bu huzursuzluğa bir anlam veremeyişimiz bizim kendi “teskinliğimizi” tam olarak oturtmayışımızdandır. Bu yüzden kendimizi, bedenimizi ve ruhumuzu sadece isimlerle bilinir kılmaya kalkışırız oysa isim vermek anlamın ilk evresidir ve bu evre diğer kapıları açmıyorsa bu gereksiz bir çabadır. “Bizde olan ve hiçbir suretle bir cisme âit olabileceğini kavrayamadığımız her şeyde ruhumuza atf edilmelidir.”[3]  Ruhumuz bütün söküklerimizi dikmeye hazır, kendi iç devingenliğinde sürekli dönenip duran, metabolizması bedenimizden farklı işleyen bir sıcaklık kaynağı.

İçimiz sonsuz kez kıvrılır ve kırılır tüm bu kıvrımlar. Kıvrımlarda ruhumuzun maharetiyle canlı bir şekilde yeni bir sayfa açarak uyanırız kendimize. Oysa ruhun öyle bir edinimi olmasaydı, biz her kıvrım ve kırılmadan sonra kendini toparlayamadan kalacaktık. Kendine dönecek bir kendimiz olmayacaktı, “kendimizsiz” kalmak büyük bir kayıp olacaktı ve biz içimizdeki tüm çürümeye hazır taraflarımızla ceset olma gerçekliğini yaşayacaktık. İçimiz çürümeye hazır iken diğer tarafımız her gün yenilerek, büyüyerek, genişleyerek kıvrılır. “Bizde bulunan bütün sıcaklığın veya hareketlerin düşünceye bağlı şeyler değil, ancak bedene ait şeyler olduklarına inanmamız gerekir. (Tecrübe bunu alevde gösteriyor, çünkü o vücutlarımızın hepsinden daha hararetli ve daha hareketlidir).”[4]

Kendimizi “idrak” etmek için herhangi bir zamana ihtiyacımız yoktur. Şu anda ve hemen, dün veya bugün, kendimizi kendimizle bütünleştirmeliyiz. Geçmişin izini üzerimizde taşırız ve zihnimiz “dün” dediğinde onu hemen anımsarız. Bu onun dünü yaşadığının -dünde olduğunun- göstergesi sayılabilir. Dündeyiz, dünü düşündüğümüzde çünkü dünle hesaplaşmamız bitmemiştir. Dünü kendimize çağırırız, dün dediğimizde. Dün bizim için bitmiş veya geçmiş bir olaylar dizgesi olmamalı, onu önümüze almalı ve hesaplaşmalıyız. Bu hesaplaşmamız bize dün ile ilgili idrakımızı besleyecek ve nasibimizi verecektir.

İdrak, anlamadır. Anlamak hakikate ulaştırır. “İdrak kelimesini, ruhun aksiyonları veya irâdeleri olmayan bütün düşünceleri göstermek için kullandığımız zaman, bunları idrâkler olarak adlandırabiliriz. Fakat apaçık bilgileri ifade etmek istediğimiz zaman, bunlara idrâkler diyemeyiz. Zira tecrübe gösterir ki, ihtirasları ile en fazla tahrik edilmiş olanlar, onları en iyi bilenler değildir. Çünkü ihtiraslar ruh ile beden arasındaki sıkı birleşmenin karışık ve karanlık kıldığı idrâkler sayısıncadır.”[5] Kendini rahatsız atfeden, kendini zorlar. Düşünüş yollarında hakikat arayışını kendine amaç sayar. Bir arı kovanını yoklamak ancak bir ağaç dalı veya saman çöpüyle yapılmalıdır, düşüncenin hakikate varacak duygusunu da bir ihtiras olarak kabul edeceksek; bunu da ancak ve ancak kendimize dönerek yapabiliriz. İrademiz etkisiz bir eleman değil, duyargalarımızın dümeninde duracak yoğun etkidir.

Bilal Can

[1] Descartes, Ruhun İhtirasları, Meb Yay. , İst. 1997, s.6
[2] Descartes, age, s.6
[3] Descartes, age, s.7
[4] Descartes, Age, s. 7
[5] Descartes, age, s.26

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Ben saksı değilim , 08/11/2015

    Kız demiş ki ”ne kadar da dekartçı bi erkek”

  • Zafer , 08/11/2015

    Başarılı calışmalarınızın devamını dilerim admin

  • kırmızı başlıklı nükleer , 07/11/2015

    dekart iyidir. adam aradığını bulmuş..

  • Dinamit İsmet , 07/11/2015

    Descartes’i hiç sevmem. Rasyonel aklın budalasıdır.

Dinamit İsmet için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir