Mekân Üzerine Düşünceler

“Yaşadıkları metropolün günlük keşmekeşinde -mecazi ve gerçek anlamda- soyutlanmış olmalarıydı. Akşam çalıştıkları binanın (emniyetli) otoparkından arabalarına atlayıp (üye oldukları) spor salonunda günün yorgunluğunu çıkarıp, yolda (girişleri kontrollü) bir alışveriş merkezine uğradıktan sonra (kilitli bir sitedeki) evlerine dönebilirler. Kısacası, cam gök-kulelerin simgelediği kapalı/korumalı mekânlar, ofis binaları ile sınırlı değil. Beş yıldızlı otellerden gurme restoranlara, havaalanlarının “vip” salonlarından kilitli sitelere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Büyük kent dokusu içinde cepçikler oluşturan bu “küresel mekânlar”, metropoller arası bir bilişim-ulaşım ağıyla birbirine kenetlenmiş. Küresel mekânlar zincirinin kapalı devreleri içinde çalışan, eğlenen, yolculuk edenler için, dünyanın farklı köşelerinde yer alan büyük metropoller -değişen panoramik manzaraları dışında- hep birbirine benzer. Cam gök-kulelerin gölgesinde süregiden sıradan kent yaşamı, yüzer-gezer kalabalıkların, yarı-işsizliğin, “enformel” ilişkilerin hüküm sürdüğü bir keşmekeş olarak algılanır.” (Mekân, Kültür, İktidar, Derleyenler, Ayşe Öncü, PetraWeyland, İletişim Yay, 3.Baskı, İst. 2010, s.10)

Yazının girişine böyle uzun bir alıntı ile başlamak genellikle âdetim değildir. Fakat bu alıntıyı önemseyerek yazımın girişine koymam içinde yaşadığımız dünyanın gittikçe neye dönüştüğüne, neye tekabül ettiğine bir nevi işaret etmek içindir. Şimdi içinde yaşadığımız toprak ve gök yuvarlığının terkibinden başka kendi floralarımızı kurarak dünyada yer edinmeye başlıyoruz.

İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman bu tarihin bir nevi mekânların da tarihi olduğunu gözlemlemek mümkün. Mağaralardan gökdelenlere ilerleyen süreçte insan zihni de çeşitli şekillerde değişim ve dönüşüme uğradı. Mağaradan gökdelene gelen süreçte insan aynı kalmadı, değişti ve bugün sanki yine tarihsel serüven içerisinde atlattığı bir sürece geri dönüyor gibidir. Bu da bir tür modern kabilecilik. Toprak ağalığı sisteminin yeni dünyada vücut bulmuş hali sitelerde neşet etmeye başladı.

Dört tarafı duvarlarla çevrili, kapısında muhafızları olan, komşularına zerre kadar güvenemeyen ve hiç giremeyeceği havuzun aylık giderini ve yıllık bakım masrafını ödeyen insanlardan oluşan yapıya bu gün “güvenlikli site” denmeye başlandı.

Zaman ilerledikçe rezidanslar çoğalmaya başlayınca camdan ve çelikten müteşekkil yapılar bit gibi büyük şehirleri istila etmeye başladı. İnsanlığın mekân konusunda geldiği zirve nokta şimdilik Modern Babil kuleleridir. Dramatik olan ise bu zirvede yaşayanlar; toprakta yetişti, mahalle aralarında büyüdü, sokaklarda top koşturdu, mahalle bakkallarında çiklet, gazoz aldı. Fakat çocukları bu yaşantıdan uzak kalacak. Yarının bu mekânlarda yetişmiş çocukları için babaları ayrı bir dünya inşa ederek geleceklerini hazırladı çünkü.

Ben ise toprağa dönüşü savunuyorum. İnsan fıtratına uygun yapılar inşâ edilmekçe ve insanlar da bu mekânlarda yaşamadıkça zihinsel olarak bir “öze dönüş”, asli olana yöneliş mümkün olmayacaktır. Çünkü yaşanılan mekânın bir ruhu vardır ve bu da insana sirayet eder.

Bilal Can

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Sumeyra , 15/06/2017

    -İnsanlık tarihin başlangıcında mağaralarda mı yaşıyordu ? O kısmı anlayamadım.
    -Sizce insan fıtratına uygun yapılar nasıl olmalı?

  • sinan turap , 13/06/2017

    yaşanılan mekânın bir ruhu vardır ve bu da insana sirayet eder.

  • Mehmet ali , 12/06/2017

    Modernite öncesi dönemlerde, kent-mekan diyalektiginde bir uyum ilişkisi vardı. Günümüzde kentler artık ruhsuz birer beton yığınlarına dönüştü. Ve herkes kendi küçük evrenlerini yarattılar.

Mehmet ali için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir