Şüyûu Vukûundan Beter: Demokrasi

Hayatın dinamizmi içinde kavramlar birçok farklı anlam kalıbına girer. Bazen kabına sığmaz ve taşar bazen de girdiği kabın derinliğinde yok olup gider. Bu sebeple tarihsel seyri gözetilerek ele alınan kavramların bize söyleyeceği çok şey var. Kavramların mefhumunu anlamak için ortaya çıkışından şu ana dek geçirdiği dönüşümlerine, revaçta olduğu dönemlerde nasıl tezahür ettiklerine göz atmak, bize ne söylediklerini anlamak için yardımcı olur. Düşüncelerini kavramlaştıran ve onlar üzerinden kendimizi inşâ eden varlıklar oluşumuzun bir gereğidir bu. Ancak, bazı kavramlar vardır ki zemini kaygandır. Buna en güzel örnek sanırım ülkemizde gündemden hiç düşmeyen, her kesimin dilinde yer etmiş “demokrasi” kavramı olsa gerek.

Toplumun her kademesinde bir şekilde karşılık bulagelmiş bir kavram demokrasi. Lehte ya da aleyhte ne kadar söz söylenirse söylensin uzlaşı sağlanamıyor. Demokraside çareler tükenmediği gibi işine gelmediği takdirde demokrasinin gelmesi için demokrasiyi kullanmak istiyorlar. Yani demokraside bir şeyin gerçekliği olmasa da yokluğunun varlığı gibi bir gariplik var. Her neyse. Din, dil, ırk, renk, koku, tarz ve benzeri ne kadar farklılık olursa olsun her kesimden yanında yöresinde birileri bulunabildiği gibi karşısında yer alanları da hiç eksik olmuyor. Çoğu zaman şaşırdığımız durumlarla da karşılaşabiliyoruz. Kimin ne zaman demokrasiye yaslanacağı yahut karşı çıkacağı tahmin edilebilir olmaktan çıkmış durumda.

Son günlerde sık sık duyar olduğumuz demokrasi kavramına bir de Ferhat İnan’ın son yazısında estirdiği demokrasi rüzgârı eklenince, zor zamanlarda düşüncesine başvurduğum İsmet Özel’in bu vesileyle düşüncelerini ele alarak, Ferhat İnan’ın rüzgârına bir duvar örmek istedim. Özel’in bir çok kitabını inceledim ve bağlamlarını saklı tutmak kaydıyla alıntıları alt alta sıraladım. Unutmamak gerekir ki, demokrasi sadece kavram olarak değil, aynı zamanda meydana getirdiği etkiler açısından da tartışılmaktadır. Demokrasi kavramının serencamını, şüphe götürmez bir gerçeklikle ortaya koyan İsmet Özel’in bu konuda söyledikleri hem kavram hem de etkisi açısından ifade edilmiştir. Muhtemelen demokrasi rüzgârı estiren dostlarımız tarafından bunlar makbul ve makul karşılanmayacaktır. Bunu, takdirlerine bırakıyor ve öncelikle demokrasi kavramına dair kendi düşüncemi yansıtacak bir hikâye aktarmak istiyorum.

İsmet Özel’in naklettiğine göre hadise odur ki, Los Grandes Palabras ülkesindeki siyasî düzen çok hareketli imiş. Yönetim bazen demokratlara, bazen de durumdan memnun olmayan orduya geçiyormuş. İki tarafın da diken üstünde yaşadığı bir vaziyet hâkimmiş ülkede. Ordunun vaziyeti beğenmeyip el koyduğu bir dönemde, cuntacı general berbere gitmiş. Generalin saçlarını kesen berber ise çenesi hiç kapanmayanlardanmış. Laf arasında fırsatını bulup bir soru yöneltmiş: “Generalim, demokrasiye ne zaman geçeceğiz?” Fakat generalden cevap gelmemiş. Bunun üzerine yeniden sormuş: “Generalim, demokrasiye ne zaman geçeceğiz?” General sessizliğini korumuş ancak berber vazgeçmeyip birkaç defa daha aynı soruyu tekrarlamış. Hâl böyle olunca generalin yaveri rahatsız olarak berbere, “Görmüyor musun, cevap vermiyor, siyaset yapma kalıbının adamı ol işini yap!” demiş. Berber yaveri sakinleştirmek için şu ibretlik cevabı vermiş: “Efendim estağfurullah, ben işimi yapıyorum. Amacım siyaset yapmak değildi. Ben demokrasi dedikçe, generalin saçları diken diken oluyordu ve işim kolaylaşıyordu. Bu yüzden soruyordum. Yoksa memleketin demokrasiye geçip geçmemesi beni ilgilendirmiyor.”

Hikâyeyi bitirdikten sonra İsmet Özel bir soru soruyor. Türkiye’nin siyasi kültüründe bir şekilde yer eden demokrasinin ne olduğunu bu soruyla cevaplamış oluyor: “Acaba Los Grandes Palabras ülkesindeki cuntanın başındaki generalin saçlarını dimdik eden demokrasi nasıl bir şeydir?” Cevabını içeren bir soru olduğu için üzerinde durmaya gerek yok.

Son olarak belirtmeliyim ki, alıntıları yer yer bağlamından kopartarak paylaşıyorum. Ama şundan emin olabilirsiniz, İsmet Özel’den aktarmış olduğum alıntılar demokrasinin tarihsel seyrine dair işaretler içermektedir.

 İbrahim Orhun Kaplan


“Türkiye 12 Eylül rejimiyle birlikte yeni bir demokrasi anlayışı ile karşı karşıya geldi. Artık ülkemizde demokrasi çoğunluğun siyasi hakları ve iktisadi çıkarlarını korumak için sahip olduğu (veya olması gereken) kanunî teçhizat olarak anlaşılmıyor. Artık Türkiye’de demokrasi denilince ahlâki çözülmeye, cinsiyet konularının toplum üzerinde bozucu tesir yapmasına ve her türlü dolandırıcılığın savunulabilir oluşuna tanınan hoşgörü anlaşılıyor. Eğer fuhşun önlenmesini istiyorsanız demokrat değilsiniz, kanunları istismar ederek haksız kazanç elde edenlere karşı tedbir alınmasını savunuyorsanız demokrat değilsiniz. Bunlar kadar önemli olan bir husus daha var: Demokrat olmak istiyorsanız Avrupa veya Amerika’da koruyucu bulmuş, ancak bu hamilerin desteğiyle varlık sahibi bulunan zümrelere siz de arka çıkmak zorundasınız. Bir düşünce ancak Türkiye içinden destek ve anlayış bulursa Türkiye içinde yer sahibi olmaya hak kazanmış olur, yolunda bir görüş serdederseniz, demokrat değilsiniz. Bütün bu mantık dışı ve çarpık anlayışlar Türkiye’ye 12 Eylül rejiminin hediyesidir.” (Cuma Mektupları)

***

“Batılı siyasî odaklara bağlı kalarak demokrasi havariliği yapmaya kalkışanlar varlıklarını muhafaza edebilmek için halkın eğilim ve özlemlerini hiçe sayan, daha da ötede halka karşı durabileceklerini ispat etme yükümlülüğünü üstlenen bir tavrı izhar etmek mecburiyetindedirler.” (Cuma Mektupları)

***

“Demokrasi bir ideal midir, yoksa uyulması kaçınılmaz bir pratik gerçeklik midir? Günümüz dünyasında bir ideal olarak demokrasiden sözetmek oldukça müşkül. Yani, henüz yer küre üzerinde uygulaması görülmeyen ve insan tekinin toplum içinde kendini en elverişli şartları bulduğu bir örgütlenme biçimi olarak “demokrasi düşü” kişileri ve grupları harekete geçiren bir hedef kabul ediliyor.” (Cuma Mektupları)

***

“Genel anlamıyla demokrasiyi on yedinci yüzyıldan itibaren Batı’da gelişen düşüncelerin paralelinde ortaya çıkan ideallerden sadece biri olarak görürüz. Gerek kavram, gerekse terim olarak demokrasi ABD’nin kuruluşuna kadar öne çıkmış değildir. Her ne kadar ilhamını Antik Yunan’dan ve aslî gıdasını Aydınlanma Çağı Avrupasından almış ise de, demokrasi fiili gücünü Amerika’ya borçludur. Her ne kadar demokrasi bir siyasî haklar savunuşu ve insanın manevî yücelmesinin dünyevî imkânları gibi görünse de fiilen endüstriyalizmin ve ona bağlı olarak büyüyen bir finans şebekesinin söz geçirme gücünü temsil eder. ABD Britanya ve Fransa aralarındaki sert rekabete rağmen 19. yüzyılda bir kaynaşmayı başarmış endüstri finans üstünlüğünü ellerinde tutan ülkelerdir. Kendi üstünlüklerini dışlarında bulunan toplumlara kabul ettirmenin uygun silâhını demokratik bahanelerde bulmuşlardır. Bismark Prusyası, Çarlık Rusyası ve Abdülhamit Türkiyesi birer istibdat sayılmış ve bunların her birinin alternatifi demokrasi olmuştur. Yani, büyük Batılı finans odaklarının ülke içinde temsilciliğini yapan bir azınlık tarafından desteklenen cunta. Türkiye’de İttihat ve Terakki iktidarı hem demokratik, hem de cunta olmaklığı bakımından tipik bir tarihi örnektir.” (Cuma Mektupları)

***

“Demokrasi delilerin, katillerin ve aristokratların iktidardan uzak tutulması için özen gösterileri bir siyasî rejimdir. Fakat eğer deliler, katiller ve aristokratlar birbirlerini boğazlarsa veya endüstri-finans kompleksinin canına kastetmeyen bir alanda cinayetler işlerlerse demokrasiyi savunanların buna diyecekleri fazla bir şey olamaz.” (Cuma Mektupları)

***

“Demokrasi günlük uygulama bakımından olduğu kadar tarihi gerçek bakımından da bir ideali dile getirmekten çok uyulması kaçınılmaz bir pratik gerçeklik olarak yaşanmaktadır.” (Cuma Mektupları)

***

“Eğer demokrasi bir siyasi terbiye ise o demokrasinin insanlardan uyulmasını beklediği belli ahlâkî, fikrî ve fiili esaslar bulunuyorsa artık demokrasiden toplumdaki çeşitli eğilimlere temsil hakkı ve gücü tanıyan bir serbestiyet rejimi olarak değil, tarihin bir yorumu üzerine bina edilmiş ve önceden belirlenmiş bazı ahlâk değerlerini, yaşama biçimlerini korumak ve savunmak üzere ihdas edilmiş, yasak koyan bir siyasi düzen olarak sözetmek mümkün olacaktır. Demokrasinin çeşitli görüşlerin bu görüşlere güç veren ahlâki, teorik ve maddi temellerin savunulmasına da hak tanıyarak yarışmasına imkân veren bir ortam sağladığını ileri sürmek yerine, belirlenmiş bir görüş içinde kişilerin kendilerini o görüşe en iyi hizmet edecek aday olduklarını ispat etmeleri suretiyle yansımasını mümkün kılan bir yol sağladığını söylemek kolaylaşacaktır. Demokrasiyi savunan herkes sözlerini demokrasinin kendini ortadan kaldıracak görüşlere yaşam hakkı veremeyeceği hükmüyle bitirecektir.” (Cuma Mektupları)

***

“Demokrasinin gerek işleyiş tekniği, gerekse hizmet ettiği felsefe bakımından sakıncalarını veya insanlık aleyhine tezahürlerini sıralamaya başlayacak olursanız, demokrasi yandaşları size derhal şöyle bir cevap bulacaklardır: Elbette demokrasi insanların içinde yaşayabilecekleri en iyi siyasî rejim değildir, ama karşımıza çıkarılan ve bize muhtemel idare tarzı olarak sunulan kötü siyasi rejimlerin en iyisi demokrasidir. Demokrasi iyi olduğu için tercih edilmez, diğerleri çok kötü olduğu için demokraside karar kılınır. Ehveni şer demokrasidir. Biraz dikkatle baktığımızda bu savunmanın temelinde anarşist bir dünya görüşünün yer aldığını fark ederiz. Çünkü en iyi yönetimin yönetme erkinin en az kullanıldığı ortamda olduğunu savunanlar anarşistler, demokrasiden bazı iyi şeyleri yapmasını beklemezler, onların bekledikleri demokrasinin bazı kötü şeyleri yapmamasıdır. Fakat demokrasi savunması her zaman bu anarşizan anlayış doğrultusunda yapılmaz ve daha çok bir medeniyet ölçüsü gibi öne sürülür.” (Cuma Mektupları)

***

“Dün Hıristiyan medeni idi, bugün demokrat medenidir. Demokrat olmak Hıristiyan olmanın yerine geçmiştir, ama onu tarihten silerek değil, Hıristiyanlığın değerlerini emerek, içine sindirerek belli bir anlayış kendini Hıristiyanlıktan demokrasiye aktarmıştır. Yönetimde bulunduğu sırada canlı siyasî olaylara karışan Papa VII. Pius, daha Papa olmadan, 1797’de şöyle demişti: “Evet, aziz kardeşlerim, siate buoni cristiani, e sarete ottimi democratici” (iyi Hıristiyan olunuz, mükemmel demokrat olursunuz)” (Cuma Mektupları)

***

“İmdi, demokrasinin savunulmasında iki karşıt görüşle yüzyüzeyiz. Bunlardan birincisi demokrasinin bizatihi özgül (specific) değerlerini savunması yüzünden değil, birçok farklı değerin yaşamasına imkân veren bir ortamı sağladığı için tercihe yaraşır buluyor. Bu birinci görüşe göre demokrasiyi bir amaç olarak anlamak yerinde olur. Daha doğru olanın farkedilmesinde herhangi bir başka siyasi rejime göre sakıncaları daha az olan bir araç, ikinci görüş ise demokrasiyi tarihi yükü ile olduğu kadar ulaştığı sonuç itibariyle de savunmaya değer bulur. Çünkü bu görüşe göre demokrasi kendisi bizatihi bir değer veya değerler bütünüdür. Hıristiyanlık aracılığıyla Avrupa’yı medenileştirmiş bulunan değerlerin günümüzdeki ifadesi demokrasidir.” (Cuma Mektupları)

***

“Diyebiliriz ki, Türkiye’de demokrasiyi bizatihi bir değer olması itibariyle savunan ve bunun yanısıra Batı medeniyetinin üstünlüğüne inanan kişiler her şeyden önce kendi kaynaklarını sıkıca gözden geçirmek ve eğer Batı medeniyetini savunuyorlarsa onun kökleri hakkında kapsamlı bilgilere ulaşmak zorundadırlar. Bunu başardıkları takdirde kendilerinin Batı medeniyetiyle kuracakları ilişkinin niteliğini anlamaları gerekecektir. Eğer tâb’ı-metbu ilişkisini kendi dillerine uygun sayıyorlarsa Türkiye’de yaşayabilen demokrasinin yeni bir dil ortaya çıkarması için gayret sarfedeceklerdir.” (Cuma Mektupları)

***

“Demokrasi ortalama insan için, güdülebilen, hiçbir sivriliği olmayan insan içindir. Kısacası, strateji ve taktik hesaplan doğru ve yanlış gözetilerek değil, kandırma nisbeti gözetilerek yapılır.” (Cuma Mektupları)

***

“Ne var elinde Türkiye’nin dünya sistemine tepsi içinde sunacak? Laiklik. Laikliğin garnitürü ne? Demokrasi. Ama nasıl demokrasi? Türkiye’de yaşayan insanların bir gelecek kazanmak üzere birbirleriyle tesanüdünü, insicâmını sağlayan ve toplum başarısının teminatı olmak üzere elde edilmiş olan istikrarın ürettiği demokrasi mi? Ne gezer! Yöneticilerin dünya sistemine tepsi içinde sundukları sadece müslümanlara daha acımasız davranacaklarının taahhüdü ve değeri ancak ihraç malı olarak ölçülebilen demokrasidir. Haraç ödüyorlar, ödemesine, ama hep müslümanların kesesinden.” (Cuma Mektupları)

***

“Bugün Batı tarafından dünyaya dayatılan demokrasi, insan hakları, hür teşebbüs kavramları kitlevi hareketlerin zorlamasıyla değil, siyasi aygıtların yukarıdan aşağıya manipülasyonu suretiyle yaygınlaşıyor. Bu demektir ki büyük sermayeyi denetim altında tutan az sayıda insan malî gücün gereğini yerine getirmekten fazla bir şey yapıyor. Bir davayı güdüyorlar ve güttükleri dava ahiret düşüncesinin insan zihninden silinmesi davasıdır.” (Cuma Mektupları)

***

“Bir siyasi işleyiş olarak demokrasinin ne olduğu, nasıl işlediğini tartışacak değilim. Siyaset bilimcilerinin bile içinden çıkabileceklerini sanmıyorum bu konunun. Yalnızca yandaşları ve hasımları vardır demokrasinin; ama bu kavramın, bu kavram adına yürütülen hayat tarzının ne olduğunu açıklıkla bilen de, bir başkasına anlatan da olmamış desek doğru olur. Walt Whitman’ın şiirlerinde sözü geçen demokrasiyle, anayasaların tanımları içine giren demokrasi, akademik tartışmalara konu olan demokrasi aynı mıdır? Hiç de değil. Hele hele bir siyasi rejim olarak bir yerde kendini ortaya koymuş olan demokrasinin kendi adıyla alay eden bir havası olmuştur hep.” (Üç Zor Mesele)

***

“Genel yaşayış içindeki demokratlık, duygular alanına bulaşınca halkın görüşüne rağbet etmek, bazı seçkin insanların zorbalık altında eziyet çekmelerine kadar varır. Sanat eserleri (halkın teveccühüne mazhar olmuş bile bulunsalar) seçkin kişilerin ortaya koydukları ürünlerdir ve değerlendirilmeleri ancak seçkin kişilerce, yani bu sanat eserinin doğumunu mümkün kılan sınavları atlatabilmiş, duygularında bir düzeyi aşacak başarıya ermiş kişilerce yapılabilir. Duygular demokratlaştırılamaz. Böyle yapılmaya kalkışıldığında bayağılığın, özenden, itinadan ve aşkınlıktan mahrum bir zihni kuruluşun hâkimiyetine rıza gösterilmiş olunur. Stravinski’nin “Bahar Ayini” ilk defa icra edildiğinde salonu dolduran kültürlü kimselerin bir kısmı protesto sesleri yükseltmişler. Bu karşı çıkanlar arasında J.P. Sartre da varmış ve oturduğu yerden kalkarak “Müzik değil bu, hayvan böğürmesi gibi bir şey, bize bunu dinletmeye hakkınız yok.” diye bağırmış. Ama aynı salonda bulunan ve kendisi de müzik alanında birçok yeniliğin acısını çekmiş bulunan Debussy bir yandan karşı çıkanları yatıştırmaya çalışıyor ve bir yandan da, “Dinleyelim, ne demek istediğini anlamaya çalışalım… ” gibi sözler söylüyormuş. Bu olayda duyguları demokratlaşmış olan Sartre ve seçkin bir anlayışın savunucusu olan da Debussy’dir. Birincisi felsefe alanında halkın çok uzağında kaldığı halde, aynı ölçüde incelmesi beklenen bir sanat dalında “halktan kişi” olup çıkıyor. Duyguların demokratlaşması demokrasinin siyasi arenadaki görüntüsünden çok daha vahimdir.” (Üç Zor Mesele)

***

“Katılım deyince ister istemez aklımıza modern zamanların demokrasi anlayışı geliyor. Yani çoğunluğu teşkil eden insanların toplumun bütününü ilgilendiren konularda alınan kararlara katılması ve bunun yanı sıra, azınlık teşkil etseler bile insan öbeklerinin haklarını arayacak, koruyacak imkânların toplumda geçerli sayılması demokrasi olarak kabul edildiğinde katılım böyle bir demokrasinin işleyiş yöntemlerinden biri sayılması gerekiyor. Aynı mantığın devamı gereği demokrasiyi reddeden veya demokrasiyi işletemeyen toplumlarda katılımdan söz edilemeyeceği dile getirilebiliyor. Bütün bunlar ikinci Dünya Savaşı sonrasında demokrasi lehine yapılan telkinlerin sonucudur. Günümüzde bu ve bunun gibi telkinleri sorgulamak ve bizi şartlandırdıkları düşünce çerçevesinin gerçekten işimize yarayıp yaramadığını veya kimin işine yaradığını anlamak zorundayız.” (Tahrir Vazifeleri)

***

“Eğer benden son üç yüz yıl boyunca insanlığın muteber kültür atmosferinde “şuyuu vukuundan beter” bir olay zikretmemi isterseniz, bunun demokrasi olduğunu söylerim. Demokrasi üzerine lehte ve aleyhte yazılıp çizilenler ne ölçüde akla uygun, ne ölçüde düşünce dünyasını zenginleştiren nitelikte olursa olsun bunlar tamamen bilgilenme bakımından bir üst tabaka teşkil eden insanların ilgi alanı içinde mahsur kalmış, buna mukabil söylenenlerin amiyaneleştirilmiş yankısı toplumların her tabakasına bir doğruyu ifade edermiş gibi ulaşmıştır. Bu yüzden günümüz toplumlarında gerçeklere dönük bir demokrasi tartışması doğmaz; ama demokrasi dedikodusu hızla yayılır. Bu dedikoduya kulak verirseniz demokrasinin kalabalığı teşkil eden sıradan insanlara toplumda geçerli bir yer verdiğini ve/veya sıradan olmayan insanların bazı imkânları kullanmalarının kınandığı siyasi rejime demokrasi dendiğini duyarsınız. Sanki yetersizliğin meşruiyyet kazandığı bir düzendir demokrasi.” (Tahrir Vazifeleri)

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • qlpdlb , 16/03/2023

    metinde beni rahatsız eden ifadeleri sıralamak isterim:
    1)kavramların mefhumu(kavram zaten mefhumla aynı anlama geliyor.)
    2)düşüncelerini kavramlaştıran ve onlar üzerine kendimizi insa eden( kendini dense de olurdu çünkü üçüncü tekil şahısla başlamış öyle de devam etse muvafık olurdu.)
    3)Demokraside çareler tükenmediği gibi işine gelmediği takdirde demokrasinin gelmesi için demokrasiyi kullanmak istiyorlar.

  • hasna , 16/03/2023

    edebifikir’in bu yönü -bir meselenin farklı bakış açılarınca ele alınabilmesine imkân tanınması- çok güzel ve özlediğim bir tablo. umarım ferhat inan yazılarına devam eder. umarım başka başka yazarlar da başka konularda fikirlerini, birikimlerini, deneme yazılarını, günlüklerini, biyografi-otobiyografi türünden yazılarını edebifikir’de neşreder. gerçek kıymeti bugün bilinmese de edebiyat, fikir, sanat alanları başta olmak üzere çok güzel işlerin ortaya konulduğu bir mecra burası.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir