(Metafizik Günlük 5)
– Canım çok sıkılıyor! Ne olacak böyle?
– Çok da takma kafana, can sıkıntısı su içmek gibi doğaldır. Zaten can’a kasteden bir şey. Yani ruha. Yani kendine. Kısacası can sıkıntısı da hayata dâhildir.
Bazen bu diyalogu hatırlıyorum nedense. Sanki biriyle can sıkıntısı mevzusunu konuşmuşum da bana bunları söylemiş. Ama iyice düşününce hayatım boyunca kimseden bu cümleleri duyduğumu hatırlamıyorum. Bilakis bu diyalogun kendi içimde gerçekleştiğini ise hatırlamak istemiyorum. Ama gerçek bu. Evet insan kendi can sıkıntısı ile konuşabilir, hatta muhabbet bile edebilir. Bunlar hep can sıkıntısındandır.
Hani bazen insanın içinden avazı çıktığı kadar bağırmak geçer çarşının ortasında. Sonra etrafına bakar ve kendini tutar, belki de elini ağzına bastırır. Ama sonra eve gelir ve odasına geçip içinde kalan o avazı bir anda bırakır. Önce rahatladığını hisseder ama etrafında hiçbir tepki yoktur. Çünkü yalnız yaşıyordur. Şehrin orta yerinde bağırmak istemesinin asıl sebebi ise yavaştan gün yüzüne çıkmıştır. Her insan gibi ilgi çekmek ve kendisini önemli hissetmek…
Boş evde haykırmanın kendini önemli hissetmeye hiçbir kayda değer katkısı yoktur. İnsanı kendini kandırmasını saymazsak. Gerçi insanın, kendini kandırmasının faydası yok değildir. İlk başta kanmak var tabiî. Bir yalana kanmak. Bir yalana kanıp yola yani hayata daha huzurlu devam etmek. Sonrasında ise bu yalana diğer insanları inandırmak geliyor. Bütün bunlar ise insana nefes aldığını hissettiriyor. Tamam bunlar doğru ama sanki bir yerde bir yanlış var ve bu yanlış diğer tüm doğruların doğruluklarını sarsacak cinsten.
Bazen kendimi asansör gibi hissediyorum. Altı katlı bir apartmanın asansörü gibi. Zemin ve altıncı kat arasında gidip gelen ve bu gidip gelmelerin biteviye devam ettiği bir asansör. Altı kata sıkışmış bir hayat yani. Biri çağırma düğmesine basmadıkça ne aşağı ne de yukarı gidebilen bir asansör. Ve dahası ise, içine binenlerin çıkacağı ya da ineceği katı kendinin belirleyemediği bir asansör. Bunların yanı sıra ara ara da arıza yapan ve belki de istemediği eller tarafından tamir edilen bir asansör. İşte tam da böyle bir asansör gibi hissediyorum kendimi. Birinin çağırma düğmesine basıp beni bulunduğum halden kurtaracağı ümidine yıllarımı verdim ama hâlâ bir asansörün kendisine tayin edilen katlar dışında bir yere gidemeyeceği gerçeği ile yüzleşmek istemiyorum. Belki de bu isteğe beni, asansörlerin de kayışlarının boşalıp çakılabileceği gerçeği itiyordur. İşte böyle anlarda ise başka bir diyalogu hatırlıyorum. Ve yine bu diyalogu ne zaman ve kiminle gerçekleştirdiğimi hatırlamıyorum:
– Sanki evin tüm musluklarını açık unutup evden çıkmış gibi hissediyorum kendimi.
– Sorun etme, musluktan akan sular muhakkak gidecek bir yer bulur.
Sulhi Ceylan
7 Yorum