(Günler Heybemde – 1)
5 recep 1435: bugün bir “toplu taşıma vasıtası”nda cübbeli, sakallı genç bir adam gördüm. adamın cübbesinin düğmelerinde tuğralar vardı. içten içe güldüm. samandıra’daki cevher dudayev parkında bulunan saat kulesinin üzerine de bir tuğra işlemişler. artık padişah imzaları ilgili ilgisiz her yerde. eşarplarda, yüzüklerde, kalemlerde, kupa bardaklarda, anahtarlıklarda, arabaların üzerindeki çıkartmalarda… işte bunlar hep muhafazakârca görgüsüzlükler.
7 recep 1435: dünyada bildiğimiz veya bilmediğimiz yahut yeteri kadar haberdâr edilmediğimiz savaşlar çıkıyor; hiçbirisi hakkında doğrudan bilgi öğrenmek mümkün değil. sanki medya, uygun yalanlar bulunsun diye üretilmiş gibi. gelecekteki tarihçilere acıyor insan. kesin olarak bildiğimiz ise şu: silah baronları, uygun buldukları zamanlarda metal yığını canavar putlarına kurban diye yüzlerce insanın hayatına kast ediyor.
suriye’deki katliam ise bitmek bilmiyor, onca zaman geçti. bir arkadaşım, apartman komşusu ve sınıf arkadaşını tanıştırmıştı. acı tebessümü gözümden gitmiyor, suriye’ye gitmiş. özel bir üniversitede burslu okuyordu. ipince, avurtları içe geçmiş huzursuz bir çocuktu. uzun saçlarını ikide bir nihat genç gibi arkaya savuruyor ve parmaklarındaki sigarayı emer gibi içiyordu. çok öfkeliydi; sohbet ettiğimizde giydirmediği kimse kalmamıştı neredeyse. şimdi iran’a öfkesini, pek az kullandığı sosyal medyadan kusuyormuş.
8 recep 1435: musluğu açık bırakmışlardı. suyun israf olduğunu görünce içimden bir şey koptu sanki. acaba israfa mani olacak bir şey yapılamaz mı? mesela musluk, aralıksız beş dakika akınca kendi kendine kapanabilme özelliğine sahip olsa… ya da kullananların ayarlayabileceği bir sürede; beş dakika, on dakika, yarım saat… belki de rezidanslara yapmışlardır böyle musluklar. fakat rezidansın kendisi israftır.
9 recep 1435: o takdim edilen plaketler ne kadar bayağı şeyler. üstelik körler sağırlar birbirini ağırlar misali, plaket alan ve veren insanlar genelde belli bir grup insan oluyor. yazık, o kadar ucube şey, evde boşu boşuna yer kaplıyor. salakça bir gösteriş. bunun yerine prestij baskı, ciltli kitaplar hediye edin. en azından şömine üzerinde güzel durur. mesela siz o yıl kurum olarak ahiliğin daha iyi anlaşılmasına faydamız olsun istiyorsunuz: ahilikle ilgili bir prestij kitabı o seneki programlarınızda takdim edersiniz. içine de birkaç satır bir şey yazın: filan filan sebeplerden ötürü bunu bu adama hediye ettik. bak ne güzel! daha havalı olur. en azından türk matbuatına bir hizmetiniz dokunmuş olur. sonra o gülünç plaketleri toplayıp eskiciye veriyorsunuz.
10 recep 1435: çocuk arabanın penceresine yaklaştı. sakallarımı görünce olacak herhalde “şeyhü’l cami, şeyhü’l cami!” elimle “yok!” diye işaret ettim. üniversitenin konferans salonundayım. yanımdaki memur arkadaşa yaklaşıp şen şakrak tokalaştı. tabiî arkadaşının yanındakine de selam vermesi gerekti. sakallarımı görünce yüzünde bir soru işareti uyandı. sonra bir mesafe hissiyle başını sallayarak “merhaba hocam” diye selam verdi. suriyeli küçük bir kız çocuğu için sakallarım, üniversite hocası bir hanım için sakallarım…
11 recep 1435: gaziantep’te bir berber dükkanı gördüm. üzerinde islâm harfleriyle tıraşhane yazıyordu. otobüs durağında ise adres sordum bir adama: “türkî bilmiyorum ben.”
12 recep 1435: küçük bir ilçenin, yeni yapılmış terminalindeyim. mescidi her zamanki gibi bir kenara atmışlar. mescide ulaşana kadar birçok dilenciyle karşılaştım. zabıtalar bıkkın ve memur kibriyle oturuyorlar. ayakkabımı mescidin içine almam gerektiğini hissettim. mescide ulaşana kadar dilenen çocukların her an bir hırsıza dönüşme potansiyelleri olduğunu mu sezdim acaba. tabiî yine sakallarım… herkes için farklı bir anlamı var. dilenciler için bir umut demek. kızlar için mesafe hissi uyandıran bir şey. geleneksel yaşlı teyzeler için tuhaf bir durum: “bu kadar genç yaşta sakal bırakılır mı? emekli olup hacca git gel, öyle bırak.” cami cemaati yaşlı amcalar için çok sevimli ve güzel bir durum. üç yaşından küçük çocuklar için merak veya korku kaynağı.
15 recep 1435: yine bir terminal… aynı yöne gidiyormuşuz, bana çay ısmarlamak istedi. dudakları kuru, kısa iki bin içiyor. omzunda çanta, bıyıkları ve gözlükleri ve hafif göbeğiyle sempatik bir beyaz yakalı bu.
demek beraber çalıştınız dedi. depremden sonra çok değişti dedi. böyle derken o sempatik göbekli gözlüklü adam birden bire kayboldu. yüzü birden donukladı, uzaklara gitti. depremden sonra çok değişti dedi tekrar. gel seni evlendireyim dedim ama kabul etmedi diye ekleyiverdi.
mücahit emin türk
9 Yorum