Tokat Günlükleri II

Bugün köyde yaşlı bir teyze vefat etti. Ertesi gün köy camisi ve çevresi, civar köylerden gelen insanlarla doluydu. Pencereden bakabildiğim kadarıyla beş araba gördüm. Bir tanesi minibüs. Burada kimse yalnız değil. Kimse kimsenin haberi olmadan ölmüyor, toprağa verilmiyor.

Dahası herkes bu davranış için kendini zorunlu görüyor. Yani komşusunun (komşuluk sınırına diğer köyleri de katın ve böyle düşünün)  hâlini soran, bir sıkıntısı varsa elinden geleni yapmaya çalışan bir topluluktan bahsediyorum.

Burada kaldıkça alnımda insanlık tarihimin kirini görüyorum. Her gün yaldızlı tarafını kendimize çevirdiğimiz bir ayna gibi. Arka yüzünde, bizleri çıbanları çıkmış bir cadı çehresinde tasvir etmesinden korktuğumuz aynalar. Bizi kullandığımız deodorantlar; sürdüğümüz parfümler ve tiril tiril elbiselerimiz mi kurtaracak? Gül tenekesine düşsek yine ‘âdem’ olur muyuz?

Teyzemin beslediği kedinin iki sevimli eniği var. Burada kedi ve köpek yavrularına enik deniyor. Analı, çocuklu teyzemin peşinden ayrılmıyorlar. Dün gece de evimizin önünde dolaşan köpeğe biraz ıslatılmış ekmek verdim. Büyük bir iştahla yedi. İçeriye diğer ekmekleri getirmeye çıktığımda karşımda anne köpeğin yanı sıra iki de yavru köpek buldum. İnsana şu mahcup bakışları yok mu? Ne büyük duygular var kara gözlerde… Hayvanlar kendilerine yapılan iyiliği unutmuyor. Sahiplerine karşı büyük bir acizlik içindeler. Miyavlamaları, havlamaları, kuyruk sallamaları hepsi onlar için kendi sınıflarını ve statülerini gösteren detaylar. Biliyorlar ki sahipleri, efendileri olmadan büyük yalnızlık ve eksiklik içindeler. Ne vakit efendilerini görseler kendilerinin farkına varıyor ve tekrar ve tekrar dilenmeye, sayıklamaya devam ediyorlar.

Kulaklarımı tıkasam bile köy hayatında konuşan çok şey var. İçimdeki adam baştan çıktı bir kere. Yol tuttuğu yolu unuttu, çatı tuttuğu göğü unuttu.

Eve dönmesi için artık akşam olmasını beklemeyen bir adam.

Hangi kıvrımlı yolların sonunda, hangi mor dağların ardında saklanan, küçük, titrek ışıklı ev.

Abdullah Karaca

DİĞER YAZILAR

9 Yorum

  • Menekşe , 27/09/2014

    Keşke gitmeseydin
    Şimdi her gün yağmur yağıyor

  • mucahid sarıca , 24/09/2014

    Tripoli’de bir sulhiceylan havası sezdim.

  • dibace , 23/09/2014

    Abdullah, her şey tamam haklısın ama orda duralım; “deodorant”ta duralım lütfen :)

  • olağan şeyler , 23/09/2014

    Adamı hasta etme Edebifikir! Gam kuyusu olduk senin yüzünden! Bir an önce Yemek tarifi kitabı tanıtsın bir yazar, kendimi gelelim ya!

  • dördüncü tabur , 23/09/2014

    yazıyı okudukça canım sıkıldı
    yani,
    dünya’ya karşı,
    olana bitene karşı

    konuşabileceğimiz bir eş, bir dostumuz yok
    yalnız gelip yalnız ölüyoruz

    canım çok sıkıldı edebifikir!

  • ouuv meen , 23/09/2014

    bam telime dokandı!

  • Tülay Kumaşçı Bacınız , 23/09/2014

    Danişment köyü ne güzel bi köydür.
    O köyden çıkan yiğit, ne güzel yiğittir.

  • Tripoli , 23/09/2014

    ahh abdullah ah.
    gülü kanatabiliyorsun

    sen nasıl bir adamsın!

  • Venda , 23/09/2014

    Abdullah Karaca’nın bu sanatlı dili, bu barok sitili, bu egzistansiyalist rüyaları, bu ruhu bohemlik içerisinde kavrulan fakat dışı bir o kadar latif bir buhurdanlık gibi, ıtır ıtır kelimeler saçan tavrı… O küçük masum titrek ışıklar saçan evler gibi. Yazıyı bir Fransız edasıyla okudum. Teşekkür ederim.

mucahid sarıca için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir