Bugün köyde yaşlı bir teyze vefat etti. Ertesi gün köy camisi ve çevresi, civar köylerden gelen insanlarla doluydu. Pencereden bakabildiğim kadarıyla beş araba gördüm. Bir tanesi minibüs. Burada kimse yalnız değil. Kimse kimsenin haberi olmadan ölmüyor, toprağa verilmiyor.
Dahası herkes bu davranış için kendini zorunlu görüyor. Yani komşusunun (komşuluk sınırına diğer köyleri de katın ve böyle düşünün) hâlini soran, bir sıkıntısı varsa elinden geleni yapmaya çalışan bir topluluktan bahsediyorum.
Burada kaldıkça alnımda insanlık tarihimin kirini görüyorum. Her gün yaldızlı tarafını kendimize çevirdiğimiz bir ayna gibi. Arka yüzünde, bizleri çıbanları çıkmış bir cadı çehresinde tasvir etmesinden korktuğumuz aynalar. Bizi kullandığımız deodorantlar; sürdüğümüz parfümler ve tiril tiril elbiselerimiz mi kurtaracak? Gül tenekesine düşsek yine ‘âdem’ olur muyuz?
Teyzemin beslediği kedinin iki sevimli eniği var. Burada kedi ve köpek yavrularına enik deniyor. Analı, çocuklu teyzemin peşinden ayrılmıyorlar. Dün gece de evimizin önünde dolaşan köpeğe biraz ıslatılmış ekmek verdim. Büyük bir iştahla yedi. İçeriye diğer ekmekleri getirmeye çıktığımda karşımda anne köpeğin yanı sıra iki de yavru köpek buldum. İnsana şu mahcup bakışları yok mu? Ne büyük duygular var kara gözlerde… Hayvanlar kendilerine yapılan iyiliği unutmuyor. Sahiplerine karşı büyük bir acizlik içindeler. Miyavlamaları, havlamaları, kuyruk sallamaları hepsi onlar için kendi sınıflarını ve statülerini gösteren detaylar. Biliyorlar ki sahipleri, efendileri olmadan büyük yalnızlık ve eksiklik içindeler. Ne vakit efendilerini görseler kendilerinin farkına varıyor ve tekrar ve tekrar dilenmeye, sayıklamaya devam ediyorlar.
Kulaklarımı tıkasam bile köy hayatında konuşan çok şey var. İçimdeki adam baştan çıktı bir kere. Yol tuttuğu yolu unuttu, çatı tuttuğu göğü unuttu.
Eve dönmesi için artık akşam olmasını beklemeyen bir adam.
Hangi kıvrımlı yolların sonunda, hangi mor dağların ardında saklanan, küçük, titrek ışıklı ev.
Abdullah Karaca
9 Yorum