Boşluk ve Burukluk

Çocuktum. Babam elimden tutup uzak bir diyardaki bir köye götürmüştü. Köyün ortasındaki “dergâh” denilen yere vardık.  Babam, “Oğlum, Şeyh Yusuf’un elini öp”, dedi.

Babamı ilk kez böyle görüyordum. Bir insanın karşısında el bağlayıp edep durduğuna ilk defa şahit oluyordum. Ben sanırdım ki babam dünyanın en güçlü adamı. Herkes ondan korkar, onun hışmına uğramaktan çekinir. Hayal kırıklığıyla kendisine baktığımı görünce, “mürşidim” diyerek açıklama ihtiyacı duydu.

Şeyh Yusuf’un elleri pamuk gibiydi. Bakışlarında müthiş bir dinginlik vardı. Sakalları henüz ağarmaya başlamıştı. Yüzü, babamınki gibi hemen taşacak, öfkelenip bağıracak gibi durmuyordu. Sanki usta bir ressamın elinden çıkmış, yağlı boya bir tablo gibi sükûnetle duruyordu.  Etrafında pervane gibi dönen onlarca adam vardı. Gel dese gelir, git dese gider; uç dese uçar, öl dese ölürlerdi. Onlara da mürid deniyormuş. Şeyh, dergâh, mürşid, mürid ne demekti? O çocuk aklım bunların hiçbirine ermezdi. Hayretle etrafımı seyrederken,

– Bizden bir isteğin var mı, dedi Şeyh Yusuf. Pervasızca,

– Bisiklet istiyorum, dedim.

Gözlerim, yüzünü ekşitip köpürecek babamı süzüyordu. Babam, sakalları kalbine değecek kadar boynunu bükmüş, gözlerini kapatmış, başka bir âleme dalmıştı.

Şeyh Yusuf, müritlerinden bir bisiklet getirmelerini istedi. Sanki hazırdaymış gibi hemen bulup getirdiler. Bisiklet geldiğinde çocuk kalbime bir saadetin ığıl ığıl yağdığını hissettim. Babamla Şeyh Yusuf’un elini tekrar öpüp müsaade istedik.

– Yusufçuk, adaşım, dedi Şeyh Efendi ve devam etti:

– İçinde bir boşluk, bir burukluk hissedersen yine gel.

Yol boyunca babama aklımdaki soruları sıraladım. Şeyhin, mürşidin, müridin, dergâhın ne olduğunu o gün öğrenmiştim.

Bisikletim bir uzvum olmuştu âdeta. Birbirimizden hiç ayrılmazdık. Sonra yavaş yavaş büyümeye başladım. Bisiklet artık küçük geliyordu ama kardeşime vermek de içimden hiç gelmiyordu.

Yıllar geçti ve o en büyük heyecanım, okulum bitmişti ve o yıl babam ölmüştü, İçimdeki çocukla birlikte büyüyen bir boşluk, bir burukluk vardı. Şeyh Yusuf’u hatırladım. Bu sefer tek başıma gidecektim. O uzun yolu tek kat edecektim. O küçük çocuğun sevinciyle yola çıktım. Şeyhin dergâhına vardığımda öğle namazı kılınıyordu. Hemen tâbi oldum. Bu, ergenlikten sonra kıldığım en huzurlu namazımdı. Tesbihatten sonra müridler, “Hizmet var!” diye ünleyen birinin peşine takılıp gitti. Camide birkaç kişi kalmıştık. Şeyh Yusuf’a tam kendimi tanıtacaktım ki,

– Yusufcan hoş geldin, dedi.

Şaşkınlığımı gizlemeden dizinin dibine yaklaştım. Uzun uzun okuldan, derslerimden, notlarımdan, okuduğum bedbîn yazarlardan bahsettim. “Babam” deyip yutkundum. Beni dinliyordu. Hem de kimsenin dinlemediği kadar. Bana değer veriyordu. Hem de kimsenin vermediği kadar. Aylaklıklarıma, avâreliklerime tebessüm ediyordu. O gülünce kaşının arasından bir nur kalbime doluyordu.

– Efendim, askere gitmek istiyorum, dedim.

– Duâ ederiz inşallah, dedi ve ekledi:

– İçinde bir boşluk, bir burukluk hissedersen yine gel.

Askerlikten terhis olunca ilim meclislerini aşındırmaya başladım. Akaid, fıkıh, tecvid, hadis, siyer derslerimi aldım. Artık dergâhta namazları ben kaldırıyor, ihvana sohbet ediyor, tasavvufun inceliklerinden dem vuruyor, ariflerin menkıbeleri ve şiirleriyle sohbetimi taçlandırıyordum. Bütün sualler bana yöneltilirdi. En müşkül sorulara gayet sarih cevaplar vermeye, ihvanın gönlünü teskin etmeye gayret ederdim. Bir akşam eve geldiğimde bisiklet gözüme ilişti. Bisikletle birlikte içimde büyüyen boşluk ve burukluğu da fark ettim. Yine yol görünmüştü.

Mürşidimin huzuruna ikindi namazında vardım. Şeyh Yusuf,

– Hoş geldin Yusuf Hoca, dedi.

Nefsim okşanmıştı. İçimde öldüremediğim bir kibirle dergâhtaki hizmetlerimden bahsettim. Şeyh Yusuf müşfik bir baba gibi sonuna kadar sabırla dinledi. Sözü uzattıkça uzatıyordum. Hocalığımın üstüne toz konsun istemiyordum lâkin içimdeki boşluktan ve de burukluktan kurtulamıyordum.

– Üstadım, kalbim çatlayacak kadar kurudu. Artık bir insanı, bir hayvanı, bir eşyayı sevmek istiyorum. Kendimi herkeslerden, her şeyden soyutladıkça taşlaşıyorum. Küçücük bir rüzgârda kırılacak kuru bir dala, bir kıvılcımda tutuşacak bir kuru ota dönüşüyorum, dedim.

Bunları söylerken şeyhimin keyfi yerine geldi.

– Seveceksin inşallah, dedi. Elini kalbimin üzerine koyup bir şeyler okudu. Ardından,

– Şimdi gidebilirsin, unutma içinde bir burukluk, bir boşluk hissedersen yine gel, dedi.

Zaman çağlıyordu. Sınavlara girmiş ve devlet memuru olmayı hak kazanmıştım. Edebiyat öğretmenliği olan hayâlim de gerçekleşmişti. Bir gün bir gülüş belirdi karşımda. Yüzü güneş miydi, inci miydi dişleri, kaşları yay mıydı, ok muydu kirpikleri, içime divan şairleri mi kaçmıştı? Meslektaşımı tanıdıkça dünyayı daha bir sevmeye başlamıştım. Adı Nur’du. Yüzü, saçları, elleri, dili,  sözleri hep Nur’du. Onu gördükçe, onu sevdikçe göğsüm genişliyordu. Artık kâinattaki her şey bana sevgiliydi.

Bir akşam okulda toplantı uzun sürmüş ve geç saate kalmıştık. Onu evine bırakmayı teklif ettim. Dışarıda güzel bir hava bizi bekliyordu.

– Ay çok güzel görünüyor, dedi.

– Gökyüzünü sana ayna yapmışlar, senin bundan haberin yok, dedim.

Hafif tebessüm etti. O gülünce yıldızlar gölgesinin üstüne düştü. Ben, o ve yıldızlar birlikte evine kadar yürüdük.

Bir kadının bütün çelişkilerini ondan öğrendim.  Evet diyememeyi, hayır diyememeyi. Gelememeyi, gidememeyi. Sevememeyi, kızamamayı.

Üç yıl boyunca beklemiştim. Beklemek çürümüştü. Anlamıştım ki insan, kendine benzeyene âşık olur, ama kendine benzeyenle hiçbir zaman mutlu olamaz.  Beklemekten vazgeçtim. Tam vazgeçtiğim ânda ortadan kayboluverdi. Bir daha aramadım, görmedim, sesini işitmedim, kokusunu duymadım.

Dünya üzerinde en çok sevdiğim insandan kopmamın ardından, hayalim olan öğretmenlikten de istifa edip evime döndüğümde bisikletim her zamanki yerinde duruyordu. Ama ben ilk defa görüyormuş gibi bakıyordum. Ona baktıkça içimdeki boşluğu, burukluğu, önümdeki yolu, yolculuğu fark ediyorum.

Şeyh Yusuf ihvana sohbet ediyordu. Tebessüm ederek,

– Hoş gelmişsen âşık Yusuf, Züleyha’yı getireydin bir nikâh kıyar, sufilere de düğün yemeği verirdik, dedi.

– Züleyha ay yüzlü bir Nur’du. Battı, gitti, dedim.

Sohbet bitene dek herkes sükût orucu tuttu. Sohbetten sonra Şeyh Yusuf’a yaklaştım.

– Efendim, yazmak istiyorum, dua buyurun, dedim.

– Yaz evlâdım, her kelâmın bir yazıya dönüşsün, dedi ve aynı cümleyi yineledi:

-İçinde derin bir boşluk, bir burukluk hissedersen yine gel.

Yazdım. Dinlenmeden, soluklanmadan. Yazdıklarım gazetelerde, dergilerde yayımlandı. Kitaplarım baskı üstüne baskı yaptı, yüz binlerce kişiye ulaştı. Hakkımda övgü dolu yazılar yayımlandı. Sosyal medyada etkileşim üzerine etkileşim geldi. Takipçilerim milyonlara ulaştı. O çok sövüp saydığım, ham okurların açık hava tımarhanesi dediğim kitap fuarlarında kitaplarımı büyük bir şevkle imzaladım. Başarımın en yüksek çıtasına yükseldiğim günlerin akşamında evime döndüğümde yine o bisiklet gözüme ilişti. Ardından içimdeki boşluk ve burukluk. Yine yol çağırıyordu.

Şeyhim,

– Hoş geldiniz Yusuf Bey, diyerek karşıladı.

Hâce Yusuf’a kitaplarımı gösterdim. Benden nasıl sitayişle bahsedildiğini anlattım. Ben hangi mesele hakkında, ne anlatırsam anlatayım yüzü hiç değişmiyordu. Sanki hep aynı şeyden bahsediyordum. Her şeyi büyük bir olgunlukla, çok mühim bir konuymuş gibi dinliyordu.

– Efendim, dedim. Her şey tamamdı ama içimdeki eksiklik ve burukluk gitmedi. Ben artık evlenmek, saliha bir hatun,  bir hane ve iyi bir binek istiyorum, dedim. Her zamanki vakarlı hâliyle,

– Duâ ederiz inşallah, dedi ve ekledi: içinde bir boşluk, bir burukluk hissedersen yine gel.

Evlendim. Ardından geniş bir ev ve iyi bir araba aldım. Karım bütün huysuzluğuma, memnuniyetsizliğime tahammül etti. Beni bir güzel idare edip evirip çevirip yönetti. Beni yonttu yonttu piyasaya uygun bir adam hâline getirdi. Artık kredi kartı kullanmaktan gocunmuyor, borçlu olmaktan çekinmiyordum. Zamanla işlerimi büyüttüm. Para kazanmanın yollarını öğrendim.

Bir kız, bir de erkek çocuğum oldu. Oğlumun sünnet düğünü pek şatafatlı geçmişti. Eve döndüğümüzde oğlum, baba şu küçük bisikleti bana hediye eder misin? İyileşince binerim, dedi. Bisikleti gördüğümde yine içimdeki boşluğu ve burukluğu hissettim. Yine yol görünmüştü.

Hâce Yusuf’un dizinin dibine oturdum. Başımı kalbimin üzerine doğru eğdim. Anlatacak ve isteyecek bir şeyim kalmamıştı. Bir saat boyunca sustuk. İki saat boyunca sustuk. Üçüncü saate doğru giderken,

– Bizden her şeyi istedin ama gönlümüzdekine hiç talip olmadın, dedi.

Mahcubiyetimi bastırmaya çalışırken, ezan okunmaya başladı. İkimiz de ayağa kalktık. Yanıma yaklaştığında mutat üzere kurduğu cümleyi işitmeyi beklerken, cübbesinin iç cebinden bir tesbih çıkarıp avuçlarımın içine koydu.  Kulağıma fısıldadı:

– Allah, Allah, Allah…

Eve döndüğümde bisikleti oğluma hediye ettim.

 

Celal Kuru

 

Resim: Akin Duzakin

 

DİĞER YAZILAR

11 Yorum

  • İbrahim Alper , 16/08/2020

    “Etrafında pervane gibi dönen onlarca adam vardı. Gel dese gelir, git dese gider; uç dese uçar, öl dese ölürlerdi.”
    Mürit-Mürşit ilişkisi üzerine o kadar çok yanlış örnekler var ki gerçek bir mürşit bulunacağına inanası gelmiyor insanın. Çıkar üzerine bina edilmiş ilişkiler yumağı her yer. Öl dese ölecek mürid lazım değil, doğru ve yanlış anlatıldıktan sonra her zaman seçimlerini kendi yapacak olanı makbul bence.

    • Aden , 16/01/2023

      ”Bence” kelimesini en başta yazsaydınız okuma zahmeti çekmezdik..

  • Aciz , 15/08/2020

    Gökyüzünü size ayna yapmışlar şeyhim

  • Siren , 30/05/2020

    Uluslararasi edebiyat camiası bir kaosun eşiğine sürükleniyor ve yazar celal kuru yazmıyor, 4 ayı geçmiş. Kendisine daha meşhur olabileceği siteler bulmuş olabileceği düşüncesi fan tayfalarını çıkmaza sokuyor……..

  • DERVİŞ , 19/02/2020

    ‘Hayıf benim bunca geçen ömrüme, dervişlik ne güzel sultanlık imiş.’

  • hatırlar mısın , 13/01/2020

    “çocuğu olmayanlar bu boşluğu yeğenleriyle dolduruyor” demişti, tabir edilecek güzel bir rüyası bile olmayanlar bu boşluğu celal kuru hikayeleriyle dolduruyor haberi yok.

  • BABİL , 12/01/2020

    özlemiştik.

  • Lisanı münasip , 12/01/2020

    Tebrikler celal kuru😊

  • HÂCE , 12/01/2020

    ‘Bizden her şeyi istedin ama gönlümüzdekine hiç talip olmadın, dedi’.

  • çürük tahta , 11/01/2020

    sevmeyi bilseydik Celâl abiyi ve öykülerini çok severdik..

  • Cüneyt Dal , 11/01/2020

    “Anlamıştım ki insan, kendine benzeyene âşık olur, ama kendine benzeyenle hiçbir zaman mutlu olamaz.”

DERVİŞ için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir