Çayı Soğutarak İçişinden Belliydi

Kerim Kolat, çay bardağında saklı sırrı yazdı.

***

Kitaplarını koltuğunun altına sıkıştırmış okula yetişmek için aceleyle yürüyordu. Okula giden otobüse her seferinde bu duraktan binerdi. Ne zaman buraya gelse durağın arkasındaki çay ocağının önünde oturan yaşlı adam dikkatini çekerdi.  Bu adam dirseklerini dizleri üstünde birleştirmiş olduğu halde sürekli yere bakar, belli aralıklar ile sakallarını sıvazlardı. Ara ara başını etrafındaki ağaçların tepelerine kaldırıp bakındıktan sonra,  bir mütefekkir edasıyla tekrar yere düşürürdü.  Sağ yanında bir semaver, önünde ise çayı hiç eksik olmazdı. Yıllar önce o mekânda unutulup kalmış bir dervişti belkide. Kim bilir, âhir zamanın ortasında mürşidinden ayrı düşmüş bir hizmetkâr da olabilirdi. Bu sırlı adam, günden güne merakını cezbediyor, bir fırsatını bulup onunla birkaç dakika da olsa hasbihal edip onu yakından tanımak istiyordu.

İşte yine böyle bir gün ve yaşlı adam her günkü ahengiyle oturuyor.  Bir derviş kadar derin bakışlı, bir çocuk kadar saf, temiz, güzel… Yıllardır burada büyüyen bir çınarın insanlaşmış, vücuda gelmiş bir resmi gibiydi sanki bu adam. Yavaş adımlarla adama yaklaşıp birkaç tabure yanına oturmak istemişti ki, yorgun olduğu belli olan kahverengi gözlü adam, sağındaki tabureyi karşısına çekip elinde kitapları olan gence göz ucuyla karşısına oturmasını işaret etti.  İtiraz etmedi, heyecanını yalancı bir tebessümle belli etmemeye çalışarak gösterilen yere oturdu.  Dizlerinin birbirine bitiştirdi, kitaplarına yaslanıp yaşlı adamdan bir şeyler bekler gibi duruyordu lâkin ne istediğini ne yapacağını kendisi bile kestiremiyordu. Delikanlının yüzüne bakmadan önündeki sehpanın altından bir bardak çıkaran semaverden açık bir çay katarak önüne sürdü. Kullandığı bardak ve tabağın temizliği dikkatini çekmişti.

O, şekerini atıp çayını karıştırmaya başlarken, yaşlı adam başını yere düşürüp sakallarını sıvazlamaya devam etti. Hiçbir şey konuşmuyor sadece yere bakıyordu. Yakından çok daha heybetli görünen adamın bir sohbet açmasını bekledi. Lâkin ne bir ses, ne bir hareket, hatta bir göz kırpması dahi görülmedi. Delikanlı ilk bardağından son yudumu almasına rağmen yaşlı adam çayına dokunmamıştı bile.

Çayının tazeleneceğinden ümidini kesen meraklı genç, anlık bir cesaretle sessizliğini bozdu; “Ben kendime bir çay daha doldurayım” diyerek.

Yaşlı adam eliyle onu durdurdu. Bardağı alıp çayı yeniledi. Kendi çayını ise avuçlarının arasına aldı, belli ki soğuyup soğumadığına bakıyordu. Soğuduğuna kanaat getirdikten sonra bir kaldırışta içip bitirdi. Bu koca çınarın çayı soğutuşu ve onu bir yudumda içip yeniden soğuması için sıcak çay dolduruşu defalarca tekrarlandı. Merakı gitgide artıyordu. “Neden başında bir semaver var, çayı dolduruyor, neden soğutuyor ne anlamsız şeyler oluyor burada?” diye düşünüyordu.

Bu düşünceler içerisindeyken yaşlı adam her zaman ki tavrıyla başını kaldırıp gözlerini kısarak bir kez daha gökyüzünü izledi. Semaverin ateşini kıstı. Başını uzatıp, içerideki çaycıya, bir takım hareketler yaptı. Çaycı; “Tamam baba” dedi sadece. Ağır ağır yerinden doğruldu. Birkaç adım atmıştı ki minarelerden ezan sesi yükselmeye başladı. Demek ki ezanı bekliyormuş diye düşündü genç.

Yaşlı adam ufak adımlarla aheste aheste giderken, şaşkın delikanlı ona dair merakı ve heyecanı artarak okulun yolunu tuttu.

Günü, o adamı düşünerek geçirdi. 4 – 5 gün boyunca gece rüyasında sürekli onu gördü. Gençleşmiş sakalları kısa ve simsiyah yakışıklı bir gençti yaşlı adam. Ona tebessüm ediyor, eliyle gel işareti yapıyordu. Tam yanına yaklaşmıştı ki yanında bir kadın olduğunu fark etti. İfadesiz bir yüz ve yanlara uzanmış saçlarıyla bu esrarengiz adamın elinden tutuyor, sonra ikisi birlikte yere kapaklanıyorlardı. Günlerce uyudu uyandı, aynı rüyayı tekrar tekrar gördü.

Aradan iki hafta geçmişti ki gidip yaşlı adamı görmek istedi.  Mekâna ulaştığında orada kimse yoktu. Çaycı, kazanın başına geçmiş ağır ağır çay dolduruyor, etrafıyla hiç ilgilenmiyordu. Sessizce içeri girdi.

Ellerini ovuşturarak; “Merhaba ağabey. Burada oturan yaşlı bir amca vardı. Sürekli çay içiyordu, hani böyle konuşmuyordu, nasıl tarif etsem bilmiyorum ki. Hani ben de birkaç hafta önce gelmiştim onunla birlikte çay içmiştik?”

Çaycı, kazandan başını çevirip donuk gözlerle konuştu.

“Nereden bilebilirim ki delikanlı, o kadar çok insan onun yanına gelir giderdi ki, hangi birini tanıyayım?”

“Anladım” dedi şaşkın gözlerle.

“Peki, onu nerede bulabilirim?”

Recep amca geçen hafta vefat etti haberin olmadı mı?

Kekeleyerek konuştu delikanlı; “Hayır, olmadı. Nasıl olur, ben..”

“Biz de şaşırdık çok üzüldük. Yokluğu çok belli.

“Nasıl oldu da öldü?”

“Her zamanki gibi sabah erkenden gelip yerine oturdu. Kimse onu yıllardır bu kadar keyifli görmemişti. Herkese çay ikram ediyor, gülücükler saçıyordu. En sonunda kendisine de bir çay doldurdu ve ilk kez sıcak sıcak içti. Onu, hayatı boyunca sıcak çay içerken kimse görmemişti. Hem de kaç bardak içti! Sayısını kimse bilemedi, herkes onu şaşkın şaşkın izledi. Sonrasında öğle namazına gitti. Ne olduysa camide olmuş. Namazda ilk secdeden kalkamamış, cemaat selamı verip hastaneye yetiştirmiş. Doktorlar, çoktan vefat etmiş demişler. Öyle işte delikanlı.

Genç çocuk ellerini önünde birleştirdi. Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu. Sıcak çay ha dedi kendi kendine, sıcak çay. O düşünceli hali, o süzgün bakışlarının nedenini şimdi anlıyordu. Kendi kendine mırıldanarak okulun yolunu tuttu.

“Çayı soğutarak içişinden belliydi hep, birilerini beklediği.”

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir