Dua Çiçeği

Pazar günleri kötüdür. Cumartesi günü misafir ağırlayarak geçirilmiş pazar günü daha kötüdür. Dokuz yaşında bir kız çocuğuysanız çok daha kötüdür. Temizlik yapmaktan hoşlanmıyorsanız bundan daha kötü çok az şey vardır.

Cumadan dip köşe temizlediğimiz evimiz cumartesi teyzemin çocukları tarafından dip köşe kirletildiği için işi başından aşkın ve yorgun savaşçılardık, annem, ablam ve ben. Üç kişilik kocaman bir ekip. Sabah erkenden uyanıp başladık, bütün halıları kaldırdık, koltukları ortada buluşturduk, perdeleri makineye attık. İki kovaya su doldurduk, biri ablam, diğeri de benim için. Ablamın kovasına biraz deterjan döktük, benimkine dökmedik. İstedim aslında, mızmızlandım hatta ama annem izin vermedi, “küçüksün daha”, dedi. Küçük kızlar için zararlıymış deterjanlar. Annem balkonu yıkarken biz tüm evi sildik, önden deterjanlı suyla ablam arkasından sadece suyla ben, bulaşık yıkar gibi. Annem balkonu yıkayınca yanımıza geldi, koltukları silmeye başladı, ablam yıkanan perdeleri ütüledi sonra da astı. Ben boşta kalınca çiçeklerin yapraklarını silme görevi verdi annem. Canlarını acıtmamak için elimden geleni yaptım, küçük küçük dokundum bütün yapraklarına, bazılarının yapraklarını böcekler ısırmıştı, öptüm. Öpünce geçmediğini tecrübe etmiştim aslında, tecrübelerimin umudumu zedelemediğini de tecrübe ettim böylece. Sıra dün teyzemin hediye ettiği çiçeğe gelince durdum, yaprakları sapasağlamdı ama onu da öptüm. Dua çiçeğiymiş, gece olunca yaprakları dua eden ellere benzediği için böyle denmiş adına. Güneşi sevmiyormuş, bu yüzden diğer çiçeklerimizden uzakta yapayalnız duruyor oluşu içime dokundu, anneme dönüp,

– Yalnız olmak da güneş görmek kadar kötüdür bence dua çiçeği için, dedim.

Annem kaldırdı kafasını, bana baktı, elindeki bezi koltuğun üzerine bıraktı, biraz nefes aldı, bir şey söyleyecek oldu, vazgeçti. Anlamamıştır belki diye daha açık söyledim,

– Onu da diğer çiçeklerin yanına, pencerenin önüne koyayım mı, sıkılır burada?

Annem bu defa hiç durmadı,

– Olmaz kızım, dedi. Yalnızlık yanlış yerde olmaktan daha iyidir. Arkadaşlarıyla olmak için kendi özelliklerinden, prensiplerinden vazgeçemez ya.

Annem burada metafor kullandı galiba, “Kullandığın metaforu anlayamayacak kadar küçük bir çocuğum” diyemedim. Diyemeyecek kadar küçük bir çocuğum çünkü. Prens, iplerinden neden vazgeçecekmiş onu da anlamadım. Neyse.

Kararlıydı, ikna edemeyeceğimi anlamıştım,

– Nereye koyacağız peki, burada mı duracak?

Annem çiçekleri çok severdi aslında ama sevmediği bir şeye bakar gibi baktı dua çiçeğine,

– Bilmiyorum, dedi. İşlerimiz bitsin en son uygun bir yer ayarlarız.

Çıktı odadan, hiçbir şey söylemeyince kızdırdım sandım ama kızmamış, elinde meyve tabağıyla geldi, “Hadi ara verelim biraz, yorulmuşsunuzdur” dedi. Elmalardan birini aldım elime, koltuğa oturdum, gerçekten çok yorulmuştum, Tam elmayı ısıracaktım ki annem bağırdı,

– Ne yapıyorsun, getir o elmayı buraya.

Her seferinde deniyorum ama hep böyle oluyor, yakalanıyorum. Annem meyveleri keserek yer, ısırdığı elmanın içindeki kurtları gördüğünden beri, bizden de aynı özeni ister. “Kurtlar meyveleri ve insanları içinden çürütür, hiç fark edemezsiniz” der. Güler sonra, “Meyveleri keserek de olsa kontrol edebilirsiniz, insanları kesemezsiniz” der. “Belki kurtları seviyoruz biz” diyemem anneme, “Hem insanların içinde zaten kurt varsa yesek de bir şey olmaz” hiç diyemem. Hemen götürdüm, kesti, tertemiz olduğuna kanaat getirdikten sonra geri verdi. Biz meyveleri yerken annemin telefonu çaldı, açtı. Anladığım kadarıyla teyzemdi arayan.

– Yok abla hazır değilim, söyledim ya gelmeyeceğim.

– Ne nazı abla, gelmeyeceğim, sevmiyorum ben.

– Hep böyle yapıyorsam neden ısrar ediyorsun?

– …

Dün teyzem bahsetmişti, bugün bir arkadaşını ziyaret edecekmiş, annem de tanıyormuş, sen de gel, dedi. Yıllardır ne teyzem vazgeçti ne annem, hep tartışırlar böyle. Teyzem sürekli bir yerlere gitmek için ikna etmeye çalışır annemi, annem ikna olmaz. Mecbur kalmasa hiç çıkmaz dışarı zaten. Çok sorduk sebebini ama hep geçiştirir, “yakışmıyorum dışarıya”, der, “zorlamayın”, der. Bunu o kadar net söyler ki biliriz zorlarsak güzel şeyler olmayacağını. Ablamın ilk okul gününde teyzem varmış yanında, benim ilk okul günümde ablam vardı. Daha önceki zamanları bilmiyorum ama ablam şimdi hep yalnız gider hastaneye, ben ablamla giderim. Sebzeleri, meyveleri, deterjanları, tuvalet kâğıtlarını vs. ablam alır hep, ekmeği ben alırım. Düğünlere hiçbirimiz gitmeyiz. Annemin mecburiyeti de diğer insanlardan farklıdır yani.  Teyzem her seferinde küser, biraz zaman geçince tekrar barışırlar. Dua çiçeği de barışma hediyesiydi aslında ama yine küstüler galiba.

Annem telefonu kapatınca hiçbir şey olmamış gibi, “hadi devam edelim bitmeyecek temizlik”, dedi. Ablam bana baktı, kaşlarını kaldırdı, “hiçbir şey sorma” demekti bu. Sormayacaktım zaten, her şey ortadaydı. Temizlik bittiğinde akşam olmuştu, en çok da sıra yeni çiçeğimizin yerini bulmaya geldiği için mutluydum. Tekli koltukların arasına koydum, “böyle nasıl oldu”, dedim heyecanla, ablam, “kötü tabiî ki”, dedi. Kırılmadım, ablam her zaman böyledir. Aldı oradan kitaplığın sağ tarafına koydu, bu defa da annem beğenmedi. Koridora koymayı denedik, alanı çok daralttığı için vazgeçtik. Tekrar salona getirdik, üçlü koltuğun soluna koyduk, orada da çok eğreti durdu. Mutfağa koyduk, yakışmadı. En son mutfağa dâhil ettiğimiz balkonun, dolayısıyla mutfağın orta yerinde kalakaldı çiçeğimiz. Akşam yemeğini hazırladılar annem ve ablam, ben de masayı hazırladım, dolanıp durduk çiçeğimizin etrafında. Yemek yerken fark ettik ne kadar yorulduğumuzu, hiç konuşmadık. Çay bile içmedik yemekten sonra. Ablam erkenden uyudu. Annem televizyon seyrediyordu, “hadi sen de uyu erken uyanacaksın sabah”, dedi. Dişlerimi fırçalayıp yattım. O kadar yorulmuşum ki uyuyamadım. Çok zaman mı geçti, bana çok zaman geçmiş gibi mi geldi emin değilim. Su içmeye kalktım, su içersem uykumun hemen gelivereceğine inanıyorum çünkü. Koridora çıktığımda hâlâ salondan televizyon sesi geliyordu. Mutfağa giriyordum ki annemi gördüm, dua çiçeğinin yanına, mutfağın ortasına oturmuştu, sokak lambalarından gelen ışık yüzüne vuruyordu, gözleri ıslaktı. Annemi salonda, televizyonun karşısında ağlarken görseydim de tüm bunları anlatır mıydım, bilmiyorum. Kapı sesini duymuştur annem diye banyo kapısını açıp biraz bekledikten sonra kapattım. Odama döndüm.

Şadiye Sare Kaplan

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • öylesine bir okur , 26/10/2021

    yazara: hikâye dili akıcı ve düşündürücü bir etkiye sahip. bu yüzden tebrik ederim yazarı. ama hikaye bir çocuğun dilinden anlatıldığı için okuyucu da yapay duruyor.

  • Edebifikir Okuru , 26/10/2021

    Yalnızlıktan başka çaresi kalmamış ki çiçeğin..
    Kaleminize sağlık.

  • Yalnızlığın kıymetini bilemedik,hic yalniz kalmadık , 26/10/2021

    “Yalnız olmak yanlış yerde olmaktan daha iyidir.” Daha fazla bir şey yazmaya gerek bırakmıyor aslında.

Edebifikir Okuru için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir