Farelerin Şehri İstîlâsı

Z şehrinde büyük bir vâveylâ kopmuştu. Bu çığlık kurda kuşa, taşa toprağa ulaşmış her mahlûk her nebât kendi lisanınca ağıtlar yakmaya başlamıştı. Lâkin insanoğlu yine kendi farkını ortaya koydu. Ahâli kendi kıyametleri olacak bu habere içten içe sevinmeye, gözlerinin içinde neşenin çerağı yanmaya başlamıştı. İhtiyarlar, çocuklar ve Hâce Âli ile otuz müridi istisna.

Bir münâdi “Deli Refik öldü!” diyerek ünlüyor, tellâlları sokak aralarına gönderip bu haberi herkesin duymasını istiyordu. Haberi duyan her evin, insanın, hayvanların, ağaçların hattâ taşın toprağın bile ruhları göğe çekiliyor, bir boşlukta kalakalıyorlardı. İnsanlar ve hayvanlar kemik yığınına, yaş ağaçlar kuru oduna,  taşlar ise bir kayaya dönüşüyor, yeşil otlar sararıp soluyor, toprak taşlaşıyordu. Çocuklar annelerini emmeyi bırakmış yalnızca ağlıyorlar, ihtiyarların ise hüzünden belleri iyice bükülmüş,  ömrünün geri kalan kısmını rükû hâlinde geçirmek zorunda kalıyorlardı.

Şüphesiz ki bu ölüme en çok sevinen gençlerdi. Artık güzel bir kıza baygın baygın bakarken, burunlarının üzerine bir değnek inmeyecekti. Güzel kızlar, murad almak istedikleri erkeklere sokulurken bu deliyle göz göze gelmeyecekler ve o gözlerde insanın aklını başından alan, insanı kudurtan cehennem ateşini görmeyeceklerdi.

Orta yaşlı adamlar derdi maişete dalmış, ömürlerini oyun ve eğlenceye geçirirken ölümü hatırlatan ve ağızlarının tadını bozan bu adamdan kurtulmuşlardı. Hele kadınlar, bir araya geldiklerinde dedikoduya başlar başlamaz eline bir teneke alıp onu davul gibi çala çala gelirken çıkardığı gürültü patırtıyı duymayacaklar ve baldan tatlı gıybetlerine devam edebileceklerdi. Hattâ caminin imamı bile bu ölüme ziyadesiyle sevinmişti. Deli Refik camiye nadiren gelmesine rağmen, her gelişinde muhakkak bir huzursuzluk çıkarırdı. Bazen etrafına öpücükler atar, bazen sesli bir şekilde hesap kitap yapar, bazen de öküz gibi böğürür, at gibi kişnerdi.  Cemaat bu yaptıklarından hiçbir şey anlamazdı fakat hoca her şeyin farkındaydı.

Öğle namazını müteakip Deli Refik defnedilmişti. O, mezarına konup üzerine toprak atıldıktan ve imamın talkınından sonra çocuklar ağlamayı kesmiş, gökyüzü ağlamaya başlamıştı. Semâ bütün kapaklarını açmış,  yağmur damlaları şehrin her zerresini büyük bir öfkeyle dövüyordu. Durumdan endişe eden Hâce Âli, müridleriyle birlikte istiğfara başladılar. İkindi namazına kadar süren bu istiğfardan sonra semâda herhangi bir değişiklik olmamıştı. Namazı kılıp hatme-i hâcegânı yaptılar. Hâce Âli, müridlerine şehrin ara sokaklarına dağılmalarını ve insanları istiğfara çağırmalarını emir buyurdu.  Şüphesiz ki Deli Refik Allah’ın nazlı kullarındandı ve onun ölümüne sevinmek azabı üzerimize çekmek demekti.

Hâce Âli’nin ihlaslı, altından daha som, daha değerli otuz müridi sokak sokak gezip insanları tövbeye davet etti. Dudaklarından dökülen inci taneleri bir ölüyü diriltebilirdi, lâkin bu sefih insanlara işlemiyordu. Kimse, kendilerine felâha eriştirecek bu çağrıya icâbet etmeye yanaşmadı.

En nihâyetinde aklın yolu birdi. Bu huzurlarını bozan, hayatı zindan eden delinin ölümüne sevinmeyecektik de yas mı tutacaktık. Sizler bizi şu dağ taş, şu hayvanlar, şu çocuklar ve ihtiyarlar gibi aklını kullanamayan acizler mi sanıyorsunuz? Hem Allah dostluğunu bizim gibi akıllı kişiler dururken bir deliye mi nasip edecekti? Akıl dünya ve ahiretin kurtuluşu için tek rehberdi. Bizler sizi de âlim bilir saygı gösterirdik. Bakıyoruz da sizin de Deli Refik’ten giyim kuşamınız hariç hiçbir farkınız yokmuş, diyerek ağızlarında bir sürü laf gevelediler, türlü mazeretler öne sürdüler ve inatlarında ısrar edip şirret meclislerinde eğlenmeye devam ettiler.

Yatsı namazında dergâhta toplanan dervişlerin elleri boş, gönülleri hüzünlüydü. Hâce Âli, “Bu şehirden göç vacip olmuştur, tesbihleriniz ve zikir örtüleriniz hariç yanınıza hiçbir şey almayın, yola çıkıyoruz!”  diyerek kat’i bir emir verdi. Müridan camdan dışarıya bakıp bir ân tereddüt edince,  Hâce Âli’nin, “Korkmayın, yağmur bize zarar vermeyecektir, onunla emrolunmadı” sözüyle teskin oldular ve yola çıktılar. Hâce Âli ve müridleri şehri terk ettiklerinde yağmur daha da şiddetlendi.

Şimdi şehirde Deli Refik’ten geriye yalnızca kedisi kalmıştı. Allah Teâlâ şehir halkına son bir imtihan, belki de son bir fırsat olarak bu kediyi Hâce Âli ve müridanına unutturmuş, yanlarında götürmelerine müsaade etmemişti.

Yağmurdan kaçan bu ürkek, bu öksüz ve yetim kalmış kedi şehrin bütün kapılarını çaldı ama kendisine hiçbir kapı açılmadı. Halk, kedinin gözlerinde Deli Refik’i görmekten ve ölümü hatırlamaktan korkuyor, neşelerinin tekrardan kaçmasını istemiyorlardı. Şimdi onların tek düşündüğü eğlence ve şu üç günlük dünyadan kâm almaktı. Onlara göre bu yağmurun sebebi de Deli Refik’in lânetiydi. O, toprağı da kirletmiş ve bunca yağmur toprak temizlensin diye yağıyordu. Üç gün içinde yağmur dinecek ve normal hayatlarına döneceklerinden emindiler.

Deli Refik’in kedisi son kapıyı çaldığında, bir gencin hışmına uğradı. Bu genç Deli Refik’in değneğinden birkaç kez nasibini almıştı. İçindeki öfkesini de kedisini öldürerek dindireceğini düşünüyordu. Bir odunla kedinin kafasını ezdi ve onu kanalizasyon çukuruna fırlattı.

Deli Refik’in kedisi öldükten sonra yağmur dindi. Ilık bir rüzgâr esmeye başladı. Bu rüzgâr şehirde uykuya dalmış çocukların, ihtiyarların ve hayvanların canlarını aldı. Eğlenceye dalmış eblehlerin üzerine de bir ağırlık olarak çöktü. Vücutları uykudaymış gibi hareket edemez haldeydi ama gözleri açıktı, gördükleri, duydukları son şey kendi helâkları olacaktı.

Kedi, akıntıya kapılmış sürüklenirken iyice şişmişti. Kadim düşmanları olmasına rağmen bugüne kadar kendilerine hiçbir zarar vermeyen bu mazlum kedinin hâli fareleri etkilemiş ve büyük bir gayrete getirmişti. Reisleri, fareleri acil toplantıya çağırdı ve konuşmaya başladı: “Bu şehrin halkı haddini aşmıştır. Bu zararsız kedinin başını ezen bizlere ne yapmaz? Şehri istîlâ edeceğiz. Canlı gördüğümüz her insan evlâdını öldüreceğiz” dedi. Ölmüş, kokuşmuş insan eti yemekten gına gelen fareler bu emre büyük bir sevinçle amâde oldular ve içlerinden bir tane bile çatlak ses çıkmadı.

O gece şehri fareler istîlâ etti, nefes alan her insanı açık gözlerinden ve hâlâ duyma yetisini yitirmemiş kulaklarından kemirmeye başladılar.

Celal Kuru

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • HUB ZEBAN , 07/01/2020

    Allah dostları rağbet görmedikleri beldeyi terkederler. Deli Refik Hakk’ın güzel bir ihsanıydı görenlere, duyanlara, hissedenlere. Maalesef kalbi mühürlü eblehler Allah indinde naz makamına ermiş deli görünümlü bu veliden nasihat almak istemediler.Hakikatleri inkar edenden daha deli kim oabilir ! Ya Rabbi sevdir bize sevdiklerini, yerdir bize yerdiklerini.

  • edebi ficir , 31/03/2018

    galiba hace Âli ile müridan da maraşa gitmiştir.

  • Fettah Paşa'nın 4. Nesli , 31/03/2018

    İyi bir yazar,hikâyeyi tamamlamaz. Tamamlama işini okura bırakır. Her okur kendi hayal dünyasında o hikâyeyi tamamlar :)
    Celal abi de bunu başardı, tebrik ediyorum. Hikâyeyi de tamamladım; Köyde insana dair bir şey kalmadı. Fareler dağ..!

Ayyuka için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir