Hanım Ananın Bahçesi

Hale Sungur, hiç de yabancı olmadığımız bir hikâye yazdı. İlgiyle okuyacaksınız.

***

Fatma Hanım, kocası ölüp dul kaldığında ve biri kırk günlük diğeri beş yaşında iki oğluyla baba evinin yolunu tuttuğunda, dul babasının soyunun bu çocuklardan devam edeceğini tabiî ki bilmiyordu.

Fatma hanımın kocası, civar köylerin en zengini,  paradan yana şansı ne kadar yaverse,  özel hayatı o kadar kötü giden, sık sık dullukla lanetlendiğini düşünen bir adamdı. İlk karısı birkaç çocuk doğurup öldüğünde, aynı kaderi ikinci ve üçüncü evliliğinde de yaşadı. Çoğalan çocuk sayısı nispetinde yalnızlığı katmerleşen adam,  dördüncü evliliğini Fatma hanımla yaptı.  Karısı ölecek diye o kadar korktu o kadar korktu ki, bu korku yüzünden hastalık sahibi oldu. Altı senelik evli bir adam olarak ölmek bu defa kendisine nasip olduğunda,  sevincine diyecek yoktu.

Dul babasından başka kimseciklerin olmadığı evine iki çocuğuyla geldiğinde,  güçlü olmaktan başka hiçbir çaresi olmadığını çok iyi bilen bütün diğer insanlardan farksızdı. O sevimsiz, o şımarıklığın sıcak kollarını kesen,  insanı kıyma makinesinde üç kez çekilmiş ete benzeten büyümek mecburiyetini iliklerine kadar hissettiğinde henüz yirmili yaşlardaydı.

Çocuklarını büyüttü, küçüğünü kocasından kalan malların başına diğer köye, büyüğünü kendi yanında, yuva üstüne yuva nasıl olurmuş herkesler görsün diye evlendirmeye kadar geçen zorlu süre onu feraset sahibi, sözüne itibar edilen,  çevresince akıl danışılan bilge bir kadına dönüştürmüştü.

Büyük oğlu Cemil ‘in iki kızı oldu. Karısı üçüncü kızını doğururken öldü.  O zamanlar kocakarılar annesi ölen, bakacak kimsesi olmayan bebekleri kısa sürede annelerinin peşine göndermenin yolunu bulalı o kadar çok olmuştu ki; bu yöntemi neyin kafasıyla keşfettiklerini, ilk kimin aklına geldiğini kimse hatırlamıyordu bile. Ölünün bedenine değip akan sular teneşirden bir kaba aktarılarak bebeği bu suyla yıkayınca kısa süre sonra bebecik kundağında ölüveriyordu. Asırlar sonra bir kız çocuğu nenesinden bunu masal şeklinde dinlediği zaman: “Nene, yazık günah değil mi? Allah’ın verdiği masum bir cana bu şekilde kıyılır mı!‘’ diye sorduğunda nenesi: “Çocuk nasıl desen büyür, karnı doyar, çamaşırı yıkanır ama bu yetmez ki.  Başı okşanmayan, düştüğünde yarasını kendi silen çocuktan hayır gelir mi? Onların yaptığı aslında çocuğu dünyanın pisliğine bulanmadan direk cennete göndermekten başka bir şey değil.’’ diye cevaplayacaktı… Kalbi güçlü insanlardı o dönemin insanları!

Cemilin ikinci karısı Cemil’den on beş yaş genç Güldane Hanımdı. Dört oğulları oldu. Fatma Hanım oğlunun da babası gibi dullukla lanetlenmediğini görünce memnun oluyordu. Ne var ki bu hükmü çok peşin verilmiş bir hükümdü.  Torunlarına aktarılmış genetik mirasların başını dulluk laneti çekiyordu. Fatma Hanım, gelinin yazgısını değiştirmeye yardımı olsun diye babasının kocaman arazisine envai çeşit meyve ağaçları dikti. Gelen geçen yesin, kurt kuş nasiplensin, umulur ki bu hayrımız ocağımızın gelinlerine uzun ömürler getirir dedi. Bahçeye kapı yapılmasın diye vasiyet edip, bahçenin bereketi bol olsun diye o kadar içten dua etti o kadar içten dua etti ki elma ağaçları çiçeklerini döker dökmez yemişleri henüz nohut kadarken çocukların bahçeye dadanmasına, bütün yazı orda geçirmelerine rağmen asırlar sonra bile torunlarının torunları elma hasadı geldiğinde günlerce elma toplamaktan patlayan parmak uçlarına bakarken büyük büyük nenelerinin ruhunu hasetle ve hayretle anmaktan kendilerini alamadılar.

Zaman içinde evde büyük bir nüfus patlaması oldu. Ailenin büyük küçük tüm fertleri Fatma Hanıma son derece saygılıydı… Güldane Hanıma çocuklarının hiç biri anne diyecek kadar cüretkâr değildi. Evin büyüğü varken küçükleri evlat sahibi gibi davranmaya hayâ ederdi. Aynı şekilde eşlerine isimleriyle hitap etmemeye özen göstermeleri, yan yana oturmamaya da dikkat etmeleri gerekmekteydi. Torunları büyüyüp evlenmeye başladığında hâlâ aynı evde yaşayan çocuklar kendi ebeveynlerine değil de büyük amcalarına baba yengelerine anne, kendi babalarına abi, annelerine yenge demelerini gerekli kılacak derecede garipleşen bu saygı duvarı Fatma hanım ölene kadar itinayla muhafaza edildi.

Fatma Hanım, gelinin gelinlerinin kendisine hizmette kusur etmeyeceklerini görecek kadar uzun yaşadı. Öldüğünde bahçe için ettiği bereket duası torun sayısına da sirayet etmiş, onlarca torunu olmuştu. Hanelerinin bereketi gelinlerinin kısa sürede ölmesi dışında, nasibi dolup taşan misafiri eksik olmayan, lokmasını paylaşıp yemeyi en büyük zenginlik sayan kocaman bir aileyi geride bırakıp giderken başını çevirip bakmadı bile. Elma hasadı geldiğinde yedikçe artan bu ağaçları kim görse,  kendi bahçesi gibi gönlünce yer Hanım Ananın ruhuna dua ederdi. Dalları yerleri süpüren ağaçların hasenat defterinin açık sayfaları olduğunu düşünüp, üç günlük dünyada bir dikili ağacı olmalı insanın derlerdi.

Hale Sungur

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir