Edebifikir’in dört hikâyecisi her hafta bir “kelime”ye dört farklı gözden bakıyor ve kısa hikâye yazıyorlar. İlk kelimemiz “Pencere” idi. Okurlarımızdan da bu kelimeyi merkeze alan hikâye yazmalarını istedik.
Hikâye gönderen Ömer Ertürk, Zeynep Yıldırım, Efruz Korkmaz, Betül Özkan, Meryem Ekçekmi, Mehmet Güzel, Mukaddes, Vecihe Kara, Betül Aliusta, Faruk Kırağı, Halime Aydın ve Ali İhsan Bilgiç’e çok teşekkür ederiz. Editörlerimiz bunların içinden dört hikayeyi seçtiler.
Not: Hikayesi yayımlananlar adres bilgilerini gönderirlerse kitapları postalanacaktır. Yeni hikâyelerde buluşmak üzere…
***
Halime Aydın / Kanatlanan Anılar
Gittiğim her yerden bana orayı hatırlatacak bir parçayı çantama koyarak ayrılırdım. Bu bazen bir şeker, bazen bir yaprak, bazen bir bilet, bazen hiç aklıma gelmeyecek bir şey olurdu. O somut anıyı bir sayfaya yapıştırır yanına da o ânı hatırlatacak üç beş cümle yazardım. Doktorlar kendime dair hiçbir şeyi hatırlayamayacağımı söylediğinden beri bu deftere daha çok bağlandım. Yeni anılar biriktirmektense eskilerini detaylandırmak bana yaşadığımı daha çok hissettirmeye başlamıştı. Pencerenin kıyısındaki koltuğa oturup defteri okumaya başladığımda artık yazdıklarımın çoğunu hatırlayamadığımı fark ettim. Hatta yazdıklarımı yaşayıp yaşamadığımdan bile emin değildim. Öylesine bir acı ve korku hissetmeye başlamıştım ki defteri sertçe kapatıp pencereden dışarıya fırlattım. Hızlı adımlarla mutfağa gidip kendime bir kahve yaptım. Pencerenin karşısına oturdum. O an beynimden silinen hiçbir anının bana ait olmadığını düşündüm. Unutmanın omuzlarıma yüklediği ağırlıkla koltuğa uzandım. Kahveyi içmem gerektiği aklıma bile gelmemişti.
Ömer Ertürk / Beklemek
Kışın dondurucu soğuğunda epeyce yol yürüdükten sonra, çeyrek asırdır görmediği ve kasabada karşılaştığı dostunun davetini kırmayıp evine gelmişti. Bir yandan kapıyı çalıyor bir yandan üstündeki karları silkeliyordu. Sadi Efendi kapıyı açtı ve dostuna sevinçle sarıldı. Sobanın yandığı odaya geçip oturdular. Çaylar geldi, misafir için yemek hazırlıklarına başlandı. Emrullah Efendi, geldiğinden beri pencere kenarındaki sedirde hareketsiz oturan bir kız vardı. Merakına yenik düşüp sordu; “Bu Hanım kız kimdir?” “O benim kızım, sevdiği beş yıl önce askere gittiğinde onu en son bu pencere kenarından izlemişti” dedi Sadi Efendi. Emrullah Efendi bir süre duraklayıp; “öyle ya her pencere bir bekleyiştir” diye mırıldandı.
Faruk Kırağı / AVM Pencereleri
Kapıyı çarpıp evden çıktı. Ses apartman boşluğunda yankılandı. Amok koşucusu gibiydi. Nefesi tükendiğinde kendini çarşının göbeğinde buldu. Sağına soluna baktı önce. Sonra kalbinin sesini fark etti. Sanki tüm pencereler üstüne kapatılmış gibi hissediyordu. İnsanları gördü sadece. Her biri bir meşgaleye tutuşmuş gidiyordu ve herkes özgür olduğunu iddia ediyordu. Yavaşça çömeldi, eline kalbinin üstüne koydu, nefes nefeseydi. “Keşke senin yerine bir pencerem olsaydı, dilediğim zaman açıp kapayabileceğim” dedi ve gördüğü ilk dükkânın kapısına doğru yöneldi. İçeri girdiğinde bir pencere sessizce üzerine kapandı.
Ali İhsan Bilgiç / Medeniyet
“Penceresi olmayıp dış dünyaya kapalı iki temel yapıdan bahsediyorum sizlere. Birisi hapishane, diğeri AVM. İki yapıda da hayatın akışından kopuk yaşarsınız. Tek fark; birisinde mahkûmiyetinizin farkında olmazsınız!”
Konuşmasını tamamlayan son cümlesiyle salon alkıştan yapılmış bir zamana, mekâna dönüşmüştü. Profesör, bilmem kaçıncı kez aynı konuşmasını yapmış ve bir o kadar sayıda alkış yağmurları altında salonlardan ayrılmıştı. Fakat yine de en ücra Anadolu şehirlerinde bile insanların tüketim kültürü mahkûmiyeti içinde olduğunu fark edip sesinin çok cılız çıktığını düşündü. İnsanoğlunun en büyük iki acısı anlaşılmamak ve aldırış edilmemenin verdiği sızıyla imza salonuna geçti. Okunacağından şüpheli kitaplarını imzalayıp insanların sosyal medya hesaplarında konuk olacağı birer kare fotoğraf çektirdi. Bu fotoğrafları kendi hesabında da paylaştı. Gelen beğeni sayılarına şaşırıp kaldı.
Sonrasında usulca evine çekilip yeni cümlelerin peşine takıldı. Hayalindeki şehri anlatabileceği kelimeleri bulabileceği umuduyla günlerce düşündü. Tâ ki adını “Kel Profesör”e çıkarana kadar.
1 Yorum