İda

Kapıyı zorladım zorladım, açılmadı. İçerde taşlıkta bir sürü çocuk. Yalın ayak, hepsinin yüzleri kirli, ikisi kız, ikisi oğlan. Kızların en büyüğü kapının camına burnunu yapıştırdı;

“O tarafa değil ” dedi. ” İçeri, içeri”

İçeriye doğru ittim, yine olmadı.

“Kimse yok mu?”

“Babam var.” dedi.

“Çağırsana açsın kapıyı.”

Gitti. Gitmesiyle gelmesi bir oldu. Fotoğrafçı da yanındaydı. Kapıyı çekişte açtı.

“Buyrun” dedi.

Daha girmeden, burnuma hızla bir lahana kokusu geldi, çarptı.

“Resim mi çektireceksiniz?”

“Acele altı tane vesikalık lâzım” dedim.

“Olur” dedi. “Siz biraz oturun hele…”

Taşlık geçip yan odalardan birine girdi. Çocuklarla yalnız kaldım. İlkin karşılıklı bakıştık. İnceden inceye sözüyorlardı. Bana kapıyı açmak isteyen o büyük kız, elinde bezden, uydurma bir bebek tutuyordu. Bebeğin gözleri, kaşları, ağzı kopya kalemiyle, saçları yoktu. Gözleri büyük, kirpiksizdi.

“Senin mi bu bebek?”

Sımsıkı göğsüne bastırdı.

“Benim” dedi.

“Amma güzel bebek. Kim yaptı sana o bebeği?”

Gözlerinde bir ışık damlası yandı, söndü hemen.

“Annem yaptı” dedi.

Fotoğrafçının girdiği odadan “Camı hazırladın mı İda? diye soran sesi geldi.

Daha içlerden bir kadın:

“Hazırladım” dedi. Çağırayım mı?”

“Çağır, geliyorum.”

Çocuklara bakmaktan vazgeçtim. Taşlığın öbür başından bir kadın çıktı. Başımı çevirdim, duvardaki agrandisman fotoğrafları seyre başladım.

“Siz mi çektireceksiniz?”

Döndüm. Yorgunluğu, anlatılmaz, korkunç yorgunluğu, apaçık yüzünde gördüm.

Omuzları çökmüş…

“Evet” dedim.

Elleri et içindeydi. İşaret etti. Ardından yürüdüm. Çocukların ikisi peşime takıldı. Taşlığın sonu, fotoğrafhaneydi. Duvara siyah bir bez gerili. Üstüne beyaz yağlı boyayla çiçekler, saksılar, küçük top ağaçlıklar, sonra altı basamağı olan mermerden bir merdiven işlenmişti.

Önündeki sandalyeye oturdum fotoğrafçıyı bekledim. Geldi.

“Kusura bakmayın” dedi. “Karanlık odadaydım. Acele yetişecekler var, onlarla…”

Göz göze geldik.

“Evet, evet” dedim.

“Vesikalık istiyorsunuz, nere için olacak bunlar?”

“Nafıaya gireceğim de. Resim de istediler.”

“Zanatkâr mısınız?”

“Şoförüm.”

“Şu liman inşaatı doğrusu iyi oldu. Akın akın millet geliyor, hepsi ta nerelerden geliyor. Geçen gün şarktan da iki kişi gelmişti. Resim istemişler işçi karneleri için. Ben çektim resimlerini.”

“Ya öyle” dedim.

Makinasını ayarladı, ileri, geri sürdü. Siyah bezin altına girdi, dik durdum. Çocuklar köşede durmuş, ciddi ciddi bakıyorlardı.

“Başınızı sağa doğru biraz, şöyle..”

Çevirdim.

“Tamam” dedi.

Bezin altından başını çıkardı.

“Hep elime bakın, dik durun az.”

Objektifin kapağını açtı, kapadı.

“Oldu mu?” dedim.

“Şimdi…” dedi.

Kalktım. Şehrin gürültüsü, asfalttan geçen kamyonların arabaların gürültüsü, limanın boğucu uğultusu, büyüyerekten geliyordu. Fotoğrafçı:

“Beş dakikaya kadar hazır” dedi.  “Oturun isterseniz.”

Tekrar kalktım sandalyeye oturdum. Bir yanda uğraşıyor, bir yandan konuşuyor benimlen.

“Zor meslek şoförlük.” dedi

“Hepsi zor” dedim.

“Öyle” dedi. “Kolay bir şey yok dünyada.”

Çocukların ikisi -iki kız- bebek yüzünden kavgaya tutuştular. Büyük kız, küçüğü hızla itti, düşürdü. Küçük kız ağlamaya başladı. Fotoğrafçı işini bıraktı.

“İda!”  diye seslendi. “Baksana şu çocuklara.”

Kadın yeniden geldi. Düşeni kaldırdı, susturmaya çalıştı ama, sus dedikçe daha çok ağlıyordu kız. Büyüğü kenara çekilmişti. Uzak duruyordu. Kadın saçından tuttu onun.

“Yezit” dedi. “Körolası yezit seni. N’aptın buna?”

Kızın alt dudağı kıvrılıverdi.

“Bebeğimi alıyor benim” dedi.

“Alsın, ne var? Azcık da o oynasın, n’olur?

“Vermiyeceğim ona bebeğimi ”

Kadını eli indi. Kızın yanağı kızardı hemen. Bebeği elinden düştü.

Fotoğrafçı:

“İda” dedi. “Dövme çocuğu”

Kadın bir şey söyleyecek, fotoğrafçıyı bozum edecekken bundan kaçındı gibime geldi. Bana baktı. Çocukların ikisini de sürüdü, içeri aldı. Arkasından sırtını eğen kamburu gördüm. Fotoğrafçı, resimleri hazırlayana kadar başka bir şey konuşmadı benimle. Bütün dikkatiyle çalışıyordu. Arabını ters koydu, yeniden çekti, banyo etti, yıkadı. Tek tek kesti. Dizinde makasın tersiyle kuruttu. Parasını verdim, aldım.

Resimlerimde yüzüm yaslı çıkmıştı. Alnım kırışıklarla doluydu. Fotoğrafçının karısının o anlatılmaz, kahırlı yorgunluğu, gözlerime vurmuş yansımıştı

 Tarık Dursun K.

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • monsenyör , 29/03/2014

    aydoğan k taklitçisi olduğu çok aşikar

monsenyör için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir