Soru İşareti

Nedenini bilmiyorum. Aslında biliyorum da neyse. Bu yaşımda ne anlarım ki zaten ben. Sus, otur, konuşma emirlerinin ve buna benzer diğerlerinin arasında sıkıştığımdan kendi kendime konuşmayı âdet edindim uzun zaman önce. Kendi kendime konuştuğum ilk anda gülesim geldi. Saçmaladım biraz, ondan herhalde. Kendi kendime yaptığım şakalara gülmeye başladım. Deli diyeceklerdi neredeyse, durdurdum kendimi. Gülecek şaka da kalmadı, tükettim kendimi. Sonra çok ciddi meseleler konuşur oldum kendi kendimle. Çok konuştum. Gece gündüz demeden konuştum. Sorular arttıkça arttı. Sorulara cevap bulamaz oldum. Dedim ki kendi kendime, bu ciddi meseleler tek başına konuşmakla zayi oluyor, cevap bulmakta da zorlanıyorum, bir başkasına da danışmak lâzım. Kendim, kendimi onayladı. Zaten şimdiye kadar bana zıt bir düşünceye sahip olmadı kendim. Aslında bu kötü bir durum olabilir. Bunu da konuşmalıyım kendimle. Kendi kendime.

Kafama takılan ve artık takıldığı yeri yırtmış, yıpratmış sorularım var olduğundan bunları paylaşacak birini bulmam lâzım. Dilimden anlar mı biri? Öylece bir soru takılıp kalıyor cevabını bulamıyorum, sana sorayım, sen bul, demeyeceğim. Yükümü ona yükleyip rahat rahat uzaklaşmayacağım. Gel, diyeceğim şu sorunun cevabını beraber arayalım. Kafamın içinde diyeceğim bir yılan dolanıyor, açmadığı kapı, gezmediği kıvrım kalmadı. Zehrini akıta akıta geziyor beynimin içinde. Uyuştum iyiden iyiye. Sana da sorayım sorularımı belki bir cevap buluruz da atarım zihnimdeki yılanı.

Baktım ki mahallenin tüm çocukları dışarda. Çünkü apartmanların duvarları çok ince. Gürültü oluyor. Evde oyun oynamak herkese rahatsızlık veriyor. Aslında gürültü olması için yürümek yetiyor. Bazen nefes almak yetiyor. Bir ara alt komşu Neriman teyze grip oldu. Halının üzerine uzandım ödevlerimi yapıyordum. Her hapşırdığında, defterin kenarına bir çizik attım. Defter çizikle doldu. Ödev yarım kaldı. Öğretmenim sabah çizikleri sordu. Matematik ödevini yaparken toplama çıkarmaları çizgileri sayarak mı yapıyorsun hâlâ, dedi. Yok öğretmenim onlar Neriman teyzenin hapşırıkları dedim. Mevzu uzadı. Sil, dedi öğretmenim, sildim. Otur, dedi oturdum. Öğretmen ders anlatmaya başladı. Bir süre çiziklerin izlerine baktım. Kalemi bastırmadan hayalet çizgiler çizdim, sonra tüm çizgileri birleştirdim iki uzun çizgiyle. Çizikler merdiven oldu. Dayadım okulun duvarına merdiveni. Kaçtım.

Kafamdaki ciddi meseleleri konuşacak bir yığın arkadaş arasından Vedat’ı seçtim. Vedat duvarın üzerine oturmuş, birazdan başlayacak olan maç için takım kurmaya çalışanları seyrediyordu. Maçın başlayacağı falan yok. Kıran kırana bir “adam seçme” mücadelesi seyrediliyor aslında. Maçın önemi yok. Bu işin kavgaya gideceği belli. Herkes birazdan döveceği gruba göre daha güçlü olmaya çalışıyor. Maç derken neyi kastettiğimi ben de bilmiyorum. Yarım saat boyunca adam seçmeye çalışan grup ilk golde “siz güçlü oldunuz” kavgasına tutuşuyor her seferinde. Her seferinde aynı kısır döngü. Bu kısır döngüden farksız bir zihnin sahibi olarak yadırgamıyorum onları.

Vedat, cebindeki dünden kalma çekirdekleri çitliyor. Bacaklarını sallıyor bir yandan. Çekirdek çitlemesini ve bacaklarını sallamasını saymazsak dişe dokunur bir icraatı yok. Tamam, diyorum; işte aradığım adam. Bir adam hiçbir şey yapmıyorsa en azından düşünüyordur, diyorum kendi kendime. Bak, yine kendi kendime! Kendim hiç akıllanmayacağım. Hemen gidip Vedat’ın yanına oturuyorum. Selamlaşmıyoruz. Her gün görüyoruz zaten birbirimizi. Direkt konuya giriyorum. Vedat, diyorum. Kafamda bir soru dolanır durur, sana da sorayım da yol uzasın, sorunun dolanacak daha çok kıvrımı olsun, benim zihin artık dar gelmeye başladı, iyi olmaz mı, diyorum. Vedat, ndyinla, diyor. Çekirdek tam ağzındayken konuştu çünkü. Biraz bekliyorum çekirdeğini bitirsin. Bana da vermiyor ki beraber bitirelim çekirdeği. Ben onunla aklımdaki soruyu paylaşacağım. Adam çekirdeği esirgiyor bizden. Ben çekirdeğin bitmesini beklerken maç başlıyor. İki takım da çok hırslı. İlk başta topa vurmaya çalışıyorken şimdi birbirlerinin bacaklarını tekmeliyorlar. Bakkaldan birkaç ay önce alınmış, iki hafta önceki maçta son nefesini vermiş buruşuk plastiğe top diyorlar. İlk başlarda gerçekten buna inanarak vurmaya adapte oldukları topun büyüsü birden bozuluyor ve tekmeler bacaklara atılmaya başlanıyor. Yanlışlıkla bir tekme topa denk gelirse gol olacak. İnanıyorum.

Vedat cebindeki çekirdeği bitirdi. Vedat, diyorum. Vedat dudaklarının kenarında kalmış tuzları yalıyor. Aldırış etmiyorum. Aklımda bir soru var uzun zamandır, o kadar çok düşündüm ki kendi kendime, soru da uzadı. Uzun zamandır sorulmayı bekleyen uzun bir soru oldu. Soru tek başına, kafamın içinde bir yumak oldu. Sokak kedileri kovalıyor bazen beni bu yüzden. Nasıl görüyorlarsa kafamın içindeki yumağı, oynamak istiyorlar aklımla. Ben de kaçıyorum kedilerden. Sorana alerjim var, diyorum. Kedilere dokununca vücudum kabarık kabarık oluyor, diyorum. Vedat kardeşim, diyorum. Gel sana da sorayım aynı soruyu, uzun uzun. Belki ben (k)abartıyorumdur. Bir çırpıda buluruz bu soruya bir cevap, diyorum. Vedat goooooooooooooooooooooooooool, diyor. Ben Vedat’ın ağzından çıkan “o” seslerinin kaç tane olduğunu -yirmi yedi tane- sayıyorum. Golü yiyen grup “siz daha güçlü oldunuz” sözüyle kavgayı başlatıyor. Maç başladığından beri herkes birbirine tekme attığından ve bacaklar yeterince morardığından, birbirlerini döverken başka teknikler deniyorlar. Boyu kısa kalıp da kavganın merkezine ulaşamayanlar ayakkabılarını çıkarıp uzaktan atış denemelerinde bulunuyor. Sonra seke seke ayakkabısına ulaşmaya çalışıyor. Ayakkabısının her yanına temiz pis demeden dokunan çocuğun ayağı kirlenmesin diye verdiği uğraş karşısında hayranlıkla eğiliyorum.

Duvardan düştüm. Çok eğildim demek ki. Vedat iki grubu ayırmak için kavganın ortasına daldı. Bir yandan da “ayrılın, ayrılın” diye bağırıyor. Dedim ki, kendi kendime bu kavga uzun sürerse benim soruyu sormam mümkün olmayacak. Ben de girdim kavganın ortasına. Bağırdım Vedat gibi, “ayrılın… ayrılın!”

Bir yumruk indi suratımın tam ortasına. Sağıma soluma baktım. Ölçtüm, biçtim gerçekten de tam hizalanmış. Altın oran yapmış adam vururken. Allak bullak oldum. Gözümün önünü göremedim. Birkaç kez kapattım açtım gözümü. Debelendim yerlerde. Belli ki en kötü yumruğu ben yemişim, ortalık sakinlemiş. Birisi yere düşerse maç durur. Havlu atmıyoruz yani, adam atıyoruz. Diğerleri anlıyor kavganın bittiğini. Yok ya nasıl dağıldığını merak ediyoruz dayağı yiyenin. Sızlıyor, sızlıyor be! Topladım kendimi ayağa kalktım. Gözlerimin önündeki resim netleşince bir de baktım ki Vedat sıkmış yumruğunu bekliyor. Yüzünde “yanlışlıkla vurdum, başkasına sinirlenip yumruğumu indirdim ama sana nasipmiş, sonuçta her şey nasip kardeşim, ne diyeceksin, nasipten öte yol yok” ifadesi var. Kan beynime sıçradı. Yumruğumu sıktım, işaret parmağımı kaldırdım sonra. Vedat’a döndüm. Vedat, dedim.

Bir şey sorabilir miyim?!

Ömer Can Coşkun

DİĞER YAZILAR

7 Yorum

  • Sümeyye , 04/12/2018

    Kafamdaki ciddi meseleleri konuşacak bir yığın arkadaş arasından Şeyma’yı seçtim.Biliyordum ki aynı çıkmazların içinde savrulup duruyoruz.Hiç bir sorunun cevabını biribirimizde bulamayacağımızı bilmemize rağmen,durup dinlemek gözlerin içe bakmak ve anlamaya çabalamak bu kargaşalar ve kavgalar dünyasında bir an olsun soluk almamız için yeterli oluyordu.

    Sevgili mektup arkadaşım; Kim bilir daha nice hijayelerde karşıma çıkacaksın ve dostça sarılacaksın bana,özlem ve hasretle..

  • Değişikolanbiri , 26/11/2018

    Kendimi okudum ve şaşırdım Benim gibi olanlarda varmıydı düşüncesi doldu şimdide beynime nasıl gidereceğim bu düşünceyi Ahh o iç ses insanı harap ediyor .

  • İhsanbul , 26/11/2018

    Ahh o beynin içindeki sorular yok mu? Güzel, yok yok çok güzel, hayır hayır harika olmuş. Çok lezzetli ve bir o kadar merak uyandırıcı bir son. Soru neydi?

  • Talebe , 26/11/2018

    güzel olmuş

  • Nazeninsorular , 26/11/2018

    Değerli yazarımıza yazısındaki harf adedince teşekkürler ve tebrikleri bir borç bilirim.
    Harfiyen kendi kendime kendimi okudum, Her harfinde hayatım film şeridi gibi geçti gözümün önünden.
    Kendi kendime konuşmak’tan tutunda maç oynarken bacağına tekme yeme’ye kadar, sorular sorular sorular…… Soru sorma hastalığının ilacı nedir? Bilmiyorum… Nasipten öte köy yok, diye biliyorduk biz onu tabi yazarımız doğrusunu bilir yanlışımı da öğrenmiş oldum.
    Size birşey sorabilir miyim?
    -Tabi buyurun.
    -kaç soru sorabilirim?
    -?!
    -Çok da…

  • Cüneyt Dal , 26/11/2018

    Güçlü, çokça tatlı…

  • TUĞÇE , 26/11/2018

    mükemmel mi yazmışsınız ne..

İhsanbul için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir