Her sabahki gibi patronsuz bir iş hayâliye uyanmış, ayaklarını sürte sürte işe gelmişti.
İşyerinin girişinde bir hareketlilikle karşılaştı: artık herkesin tek tip elbise giyeceği dikte ediliyor, iş elbiseleri dağıtılıyordu. İş elbiselerini dağıtırken, emrivâki konuşmaya çalışan tiz ses, gittikçe detone oluyordu.
Yeni esvabını değil de huysuzluk ve huzursuzluk urbasını giyinmişti sanki.
İş arkadaşları ise hayatından gayet memnundu.
Patronları kendilerini düşünmüş, kendileri için küçük de olsa bir şey yapmış, işyerine bir düzen getirmişti.
Sekreter patroniçe bir edâyla, buraya medeniyet gelmiş, deyip kırıtarak makinelerin arasından yürürken, ardında ağır bir parfüm kokusu bıraktı.
Etrafında olup bitenleri seyrederek sorguluyordu: lâcivert iş önlüklerini gönüllü olarak giyinmiş bu elli kişi akıl hastası mı, mahkûm mu, yoksa birer lâciverdî köle miydi?
Pencereye yöneldi. Camın arkasından dışarıyı seyrederken, kış güneşi işportacıları, inşaat işçilerini, karton toplayanları, araba camı silen çocukları yakıyor ama ısıtmıyordu.
Celal Kuru
2 Yorum