
Türklerin İslâmiyet’i kabul edip “diyâr-ı Rûm”u yurt edinmeye başladığı XI. yüzyıldan itibaren Orta Asya’daki Türk illerinden Anadolu’ya gaza erleriyle beraber alperenler, teşkilatçı dervişler de gelmeye başlar. Bu yolla Anadolu’da kurulmaya başlanan gönül medeniyeti Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna, hattâ İstanbul’un fethine kadar devam eder. İşte bu yeni toprakların manevî çehresinin oluşumunda daha ilk günlerden başlayarak en büyük rolü, özellikle Anadolu’nun dört bir köşesinde faaliyete başlayan tarikatlar oynar. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî etrafında kurulan Mevlevîlik, Hacı Bektaş-ı Velî etrafındaki Bektaşîlik, Hacı Bayram-ı Velî çevresindeki Bayramîlik bu süreç içinde akla ilk gelen isimlerdir.
Bu ameliye sırasında Irak’ta XII. yüzyılda Abdülkadir-i Geylânî’nin kurduğu Kādiriyye tarikatının Anadolu’daki bir kolu olan Eşrefiyye’nin de bu yeni oluşumda önemli rolü olur. Anadolu halkının asırlarca elinden düşürmediği, Mevlid, Muhammediye, Ahmediye ve Envârü’l-Âşıkîn gibi temel kitaplar arasında yer alan diğer bir eser de Eşrefiyye tarikatının kurucusu Eşrefoğlu Rûmî’nin kaleme aldığı “nefisleri arıtıcı” anlamına gelen Müzekki’n-Nüfûs’tur.
Sıkı bir nefis kontrolü ve tarikat disiplini içinde, fakr ü fena ile birlikte dünyaya ait her şeyi terk etmeyi prensipleştiren Eşrefoğlu Rûmî, Kādiriyye’nin Anadolu’daki temsilcisi ve bu tarikatın “pîr-i sânî”si kabul edilmektedir. Eşrefoğlu Rûmî bir tarikat kurucusu olmanın yanında, aynı zamanda büyük bir ahlâkçı ve kitleleri peşinden sürükleyebilen büyük bir mürşîddir.
Ortaya koyduğu eserleri ve çalışmalarıyla kültür dünyamıza esaslı katkılar sunan Abdullah Uçman’ın yayın dünyamıza armağan ettiği Müzekki’n-Nüfûs, Anadolu topraklarında bu vadide Türkçe olarak yazılan ilk örneklerden biri olup İstanbul’un fethinden beş yıl kadar önce, 1448’de kaleme alınmıştır. Genel olarak tasavvuf ahlâkıyla ilgili görüş ve yorumların sade bir Türkçe ve yer yer menkıbelerle anlatıldığı eser, Türk toplumunun din ve ahlâk anlayışına tesir etmiş ve daha sonraki yüzyıllarda yazılan bu tür eserlerin de kaynağı olmuştur.
***
Dünya Sevmeğe Sebep Olanlar
Pes bunları bildikten sonra dahi diyeyim ki, dünya sevmenin ziyanı ve terk itmenin faidesi nedir? Dünya sevmekliğin sebebi nedir? Dünya sevmenin sebebine sebep nedir? Anı dahi anlatayım, bu kitapta müşkil kalmaya. Zira bu kitap Türki dilince anın için söylendi kim, mübtediye asan ola.
İmdi ey aziz, bu dünya sevmeğe sebep, ölümün unutmaktır. Ölümün unutmağa sebep, uzak endişeler itmektir. Bir kişi, şunu şöyle idelim, bunu böyle dişe dursa, ol kişi ölümün unutur. Unutmak, kişiye muhabbeti getirir. Zira bu nefs-i emmare uzun sanılar sanmaktır. Lisan-ı Arapta ana ‘rül-i emel’dirler, yani kişinin fikr itmesidir, yani düşünmektir. Yani şöyle düşünmektir ki, acep nice olur benim kârım? Böyle bir kârı ittim, gelecek yılda ne işlesem mutaf şâkirdi gibi geri gitmeyelim diyüp, bugünkü işinin fikrini bırakıp yarınki günün fikrini düşünmek; acaba şunu şöyle mi, bunu böyle mi diye günüz düşünmektir. Ve bunu düşünmek bir yıllık, iki yıllık işleri şimdiden düşünür, düşüne düşüne, ölçe ölçe az şey düşünmekle deryâ olur. Bu deryâda ol kişi dalgıç olur, derin deryâlara hırs ider; ol hevesle; derin deryâ içinde mevc olur, âzâları yorulur, tâkati tâk olup kuvveti kalmaz ki deryânın dibine ine, bir şey bula ve andan çıka, murâdı hâsıl olaydı ve kenara çıkmağa râzı olaydı. Velâkin kenar dahi uzak kaldı, şimdi bu kişi ne deryâ dibine inebildi ve ne kenara çıkabildi. Umman deryaya dalgalar soludukça, çekti, gitti. Çünki bu kişinin kenardan da ümidi kesildi, vücudunda kuvvet de kesildi. Pes gönlünde ümîd, âzâda kuvvet kalmadıysa, geldi dalga bastı, anı hiç devrendirmedi gark oldu gitti. Kezâlik bir kişi kendi ömründen uzun uzun fikirler eyleye. Ol kişi ölümü unutur; ölümü unutmak, kişiye dünya muhabbetini getirir. Zirâ bu nefsi- emmâre, bir uzun sanılar sanıcı, bir uzak endişeler idici kimsedir. Ammâ bunu anla ki, bir sanısı elli yılda hâsıl olmaz velâkin yarına çıkacağın bilmez. Bağlar, bahçeler, evler, barklar, oğullar, kızlar, akaretler hâsıl itmekte tedbir ider. Böyle itmeğe dünyalık gerektir. Çünki murâd dünyalıktır, elbette gice- gündüz dünya derdine düşüp sevdasında olmayınca, hâsıl olmaz…
Uzun Endişe Sebepleri Üç Olduğu Beyân Olunur
İmdi şunu şöyle tahkik bil ki, bu âdemoğulları aldadıp mağrûr idüp uzun endişeler ittiren, üç şeydir:
Biri emânidîr ki, ‘Sizi Allah’ın ölüm emri gelinceye kadar kuruntular, tûl-i emel ve arzular aldattı.’ (Hadîd, 14).
Ve biri dünyadır ki, ‘O halde sizi dünyanın hayat ve ziyneti aldatmasın.’ (Lokman, 33).
Ve biri dahi şeytandır ki, ‘Ve şeytan sizi Allahu Teâlâ ile mağrur etmesin.’ (Lokman,33).
Pes bu âdemoğullarına aldatıcı bu üç şeydir. Bu üç şey olduğuna delil bu üç âyettir kim, zikr olundu.
Evvelki, korkudan emîn olmak; ikinci, dünyaya mağrur olmak; üçüncü, şeytanın nasihatına mağrur olmak.
Şeytanın nasihatı budur ki, dir ki:
‘Ne gam çekersin? Ne dilersen işle; Allah kerimdir, rahmeti boldur, azap itmez ve ukubet itmekte acele eylemez. Bir vaktinde tevbe idersin, anadan doğma gibi olursun. Şimdi dahi gençlik var serde; su bulamayında durulmaz.’ Dimekle iğvâ ider. Velâkin âkil olan kişiler, şeytanın bu iğvâsına aldanmaz; Hak Teâlâ’nın bu sözünü kulağından çıkarmaz:
Nitekim buyurur:
‘Zira şeytan sizin eski bir düşmanınızdır, siz de inançlarınızda ve bütün işlerinizde onu düşman bilin; her hâlinizde ondan sakınınız.’ (Fâtır, 6)
Dahi buyurdu kim:
‘Zirâ o sizin apaçık düşmanınızdır.’ (Yasin, 60).
Çünki bildin şeytan düşmandır kadimî. Atâda da düşmandır, hayır sanılmaz; andan hayır uman hayra uğramaz. Pes ana ve anın sözüne niçün uyalar? İşitmedin mi, atamız Hazret-i Âdem’e ve anamız Hazret-i Havva’ya ne ittiydi? Ve zürriyâtına dahi ider ve niceleri dünyadan imansız giderdi. İman hırmeninizi kibir ateşine yaktı, uzak sanılarla ölümden gafil eyledi; âhir ölüm geldi, gâfil buldu. Pes imanı gafletle şeytana kaptırdılar, imansız yüzü kara Hak Hazreti’ne vardılar.
Pes çünki hâl böyledir, ya nice itmek gerek? Âsiler anın keremine nazar idüp, korku kamçısını eline alup, ümit atına binüp, pes şerîat yoluna gitmek gerektir ki, vara, muraâd menziline ire ve cennete gire dîdârı göre. Ve illâ aksi hareket idüp, şeriat yolundan çıkup, bid’ate uymak neuzubillâh küfre müeddîdir. Pes kişiye korku ve ihtiyat gerektir.
Ey azîz karındaş, niçün korkmayasın? Ol kahhâr Tanrı’nın zindanı cehennemdedir, aman bilmez zebânîler vardır. Hak Teâla kâdirdir ki, her bir âsî içün bir cehennem yaratır. Ya niçün talep itmezsin kim, Allah’ın rahmetini? Mutîlere virdiği vaktin azıcık virdiği, ol bu dünyaca uçmak virir.
Pes günah işleyen âsîlere ve dünyayı kendine dâm-ı tezvîr idüp, hak hukuk aramayıp, dünyada geçinmek lâzım diyüp, korkudan emin olup, tevbesiz ölenlere ve kendi amellerin iyi zannidüp gidenlere cehennem müheyyâ eyledi.
Ve sevap işleyüp Rabbisine mutî olanlara cennet va’de eyledi. Sen dahi ol va’deye inanmak gereksin. Gice gündüz ibâdet yolunda sa’y itmek gereksin ve nefsine tevekkülü ta’lîm itmek gereksin ve bu nasihatları tutmağa ve ibâdete, tâate meşgûl olmağa tevekkül gerektir. Yani Allah’a tevekkül idüp, rızkı Allah’tan bilmek gereksin. Zirâ cemî mahlûkâtın rızkını viren Allah’tır ve cemî halkın rızkına kefil Allah’tır ve cümle bu yeryüzünde yaratılmış mahlûkun rızkı ancak Allah üzerine ve Allah’tan gayrı bu halkın rızkını virici yoktur. Muâvenetçi andandır, gayrı nâsır yoktur. Andan gayrı rezzâk olmadığı âyet-i Kur’ân muhbirdir:
“Yeryüzünde bütün canlıların rızkı Allah’ın üstündedir. O, fazlından hepsinin rızkını tekeffül etmiştir.” (Hûd,6).
Ve dahi rızk içün gam çekmedi ol kimse kim, Allah’ın va’desine inandı ve Allah’a tevekkül eyledi. Hak Teâla kuluna rızkı virir ve virmekle Hak kâfidir, yeter, yani tükenmez.
Nitekim buyurur:
“Kim Allah’a tevekkül eder, güvenirse, Allah ona yeter; başkalarına muhtaç olmaz.” (Talak,3).
Ey karındaş, bu âdem oğlanlarının rızkı gökten iner.
Nitekim buyurur:
“Rızkınız ve vaad olunduğunuz semâdadır.” (Zâriyât,22) dinmiştir, vallahu a’lem…
Eşrefoğlu Rûmî (k.s.) (v. 1469)
Kaynak: Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, Hazırlayan: Abdullah Uçman, Büyüyen Ay Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2021, Sayfa:225-228.
1 Yorum