Şeyh Havasılî’den Gelen Para

Bu sayfaları yazan, bendeniz fakirin de (Ebû Gudde) defalarca harçlıksız kalmışlığı oldu. Kahire Üniversitesi Şeriat Fakültesinde iken Halep’teki ailemden gelen harçlığım gecikti. Yanımda on üç Mısır kuruşundan başka bir şey kalmadı. Gün Perşembe ve henüz bir şey yememiştim. Aç bir vaziyette fakülteye gittim. Oradan çıktığımda kimse gelmeden, bir lokantaya uğradım. Garsonlar, ilimle uğraştığımı anladıklarından hizmet için koşuşturdular. Bir şey ikram ederlerken en güzel ihtimamı gösteriyorlardı.

Yemeğe oturduğumda, hastalanmışım da mercimek çorbasından başka bir şey içemiyormuşum gibi gösterdim kendimi. Çünkü en ucuz yemek buydu. Sonra lokantadan yarı aç bir vaziyette çıktım. Yanımda on kuruşum kalmıştı. Kaldığım bekâr odasına varıp oturduğumda, komşunun biri, çocuğunu gönderip beş kuruş istedi. Verdim. Beş kuruşum kaldı. Bir şey yemeden, yarın Cuma sabahı bakla yemeği yerim diye düşünerek uyudum. Sabah uyandığımda, beş metre kadar yakınımda oturan Suriyeli bir arkadaşımın benim kaldığım odaya doğru baktığını gördüm.
– Sende para var mı, diye işaret etti. Ben de:
– Beş kuruşum var, diye işaret ettim.
– Bana o beş kuruşu yiyecek bir şeyler almam için versene, diye işaret etti. Ben de, aynı şekilde aç olduğumu belirttim. Her zamanki gibi, ona beş kuruşu attım. Suriyeli arkadaşım, bununla bakla ve ekmek alır gelir de beraberce yeriz diye düşünüyordum. Odamda bekledim, ne gelen var ne giden. Cuma saati yaklaştı, camiye gittim. Döndüm, yine kimse yok. Cumartesi sabahına da aç bir vaziyette çıktım. Fakülteye, yüzümde açlığın verdiği bitkinlik belirtisiyle varmışım. Anlayışlı bir arkadaşım:
– Neyin var, dedi.
– Yok, bir şeyim deyip geçiştirmek istedimse de:
– Yok yok, yüzünü solgun gördüm söyle, dedi. Ben de iki gündür aç olduğumu söyledim. Beni evine götürüp misafir etti. Param gelinceye kadar borç verdi. Sonra Allah bolluk verdi ve bu yokluktan kurtulduk elhamdülillah.

Bu hadiseden sonra, Halep’ten harçlığım geldi. Olanları, hocam Zahid el Kevserî’ye anlattım. Gönlümü hoş tutmam için bana, kendi başından geçen şu acayip hadiseyi anlattı. Yirmi sene sonra, aklımda kaldığı kadarıyla anlatıyorum:

“Şam’a geldiğimde, Zahiriye Kütüphanesinde vakit geçiriyor, âdeta oradan ayrılmıyordum. Yakın zamana ait kitapları mütalaa ediyordum. İlk zamanlar, bir otele yerleştim. Harçlığım azalınca, daha mütevazı, alt katta bir odaya yerleştim. Türkiye’den gelen, gariban bir adamla ortak tuttuk burayı. Bir müddet sonra ben, iyice fakirleştim. Oda arkadaşım, fakir olmasına rağmen elindeki az bir şeyi benimle paylaştı. Yememiz ve içmemiz ortaktı. Sonra onun da parası tükendi. Yiyecek parası kazanmak için çalışmaya çıktı. Bu sırada çok acıktım. Yanımda bir dirhem bile yok. Ertesi günü sabahı, yine aç bir şekilde, âdetim olduğu üzere kütüphaneye vardım. Fakat yemek yok. Sonra odama döndüm. Açlıktan sabaha kadar uyumuşum. Sabah yine kütüphaneye gittim. Yine aç olarak döndüm. Ertesi güne kadar odamda oturdum. Üçüncü günün sabahı, dayanılmaz bir açlıkla kütüphaneye gittim. Evde oturmak, açlığımı ve ızdırabımı artıyordu. Belki meşguliyet açlığımı biraz unutturur diye düşündüm. Öğleden sonra, odama döndüğümde, yazışma adresi olarak verdiğim mahallenin bakkalına uğradım. Bana, postacının elden teslim alınan bir mektup getirdiğini haber verdi. Açlık ve aşırı yorgunluğuma rağmen postaneye gittim. Mektubu Şeyh Reşit Havasıli, İstanbul’dan dört ay önce göndermiş. Havalede üç altın cüneyh vardı. Şimdiye kadar bu mektup ve havale, beni bulamamaları ve adresimi bilmemeleri nedeniyle İstanbul ve Kahire arasında gidip geliyormuş. Tam en muhtaç olduğum gün bana ulaştı. Ben ve oda arkadaşım bununla bir müddet idare ettik.

Dostum Şeyh Havasılî’nin, İstanbul’dan bana bu havaleyi gönderme sebebi şu imiş: Bir gün evine, güzel bir balık alarak gitmiş ve pişirip yemiş. Sonra benim, işsiz güçsüz, ailemden ve memleketimden uzak olduğum ve memleketimden sadece bir elbise ile çıktığım hatırına gelmiş. Bana, bu havaleyi aylar öne göndermiş fakat lütfu bol olan Rabbim, en uygun olan bir vakitte elime geçmesini dilemiş. Elhamdüllilah.

Aynı şekilde ikinci defa Şam’da geçim sıkıntısına düştüm iki veya üç gün yemek yemedim. Üçüncü gün yolda giderken, Filistinli bir adamla karşılaştım. Şam âlimleri ile oturduğumuz ilim meclislerinde kendisiyle tanışmıştım. Çok ısrar ederek bana hatırı sayılır bir miktarda para verdi. Aşırı ısrarından ve çok aç olduğumdan bu parayı kabul ettim. Fakat bu adamın adını hatırlamıyorum. Şimdiye kadar ona bir iyilikte bulunma fırsatım olmadı.

Kaynak: İlim Yolunda, Abdulfettah Ebû Gudde, Erkam Yayınları, Terc: R. Orhan Özel-Semih Yolaçan, İstanbul 201, sy. 217-218-219.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir