Güneş Lekesi ve Değişmeyen
Sular duruldu. Rüzgâr dindi. Yangın söndü. Avluda tek başına oturuyor. Önündeki masanın ve etrafındaki plastik sandalyelerin güneşten lekelenen yerlerine bakıyor.
Sular duruldu. Rüzgâr dindi. Yangın söndü. Avluda tek başına oturuyor. Önündeki masanın ve etrafındaki plastik sandalyelerin güneşten lekelenen yerlerine bakıyor.
“terkedip gidiyor beni teker teker bütün güneşlerim bir daha hiç dönmeyecekler mi yaşamıma alnımdan fırlayan bir Kartal yarıp geçiyor göğü
Bu, Ragıp’ın yediği ilk dayak değilmiş. Yaka paça kapının önüne attıklarında kahkaha atıyormuş hatta. Ne yüzünü kapatmış elleriyle ne de
“Gerçekten içimizden birini bu gece öldürecek misin?” “Evet” diye yanıtladım elimdeki tabancayı belli belirsiz işaret ederek. Hepsi, daha fazla izah
Başını kaldırıp baktı; şeyhi önünde yürüyordu. Bakışlarını usulca ayakkabılarının ucuna indirdi. Gönlü huzurla dolmuştu. Çaycı Ali’nin gözleri her ne kadar
Kadının saçları rüzgârda uçuşuyordu. Kadın adamı seviyordu. Hayır, kadın adamı çok seviyordu. İşin garibi, adam da kadını seviyordu. Kadının saçları
Güneşin, perde aralığından gözlerime püskürttüğü ışıltıyla uyandım. Işıltı. Kelimeler, tercihler, bilinçaltılar… Üzerinde durmayacağım. Başımı biraz sağa ya da sola kaydırarak
Oyun Gökyüzünde bulutlar toparlanmaya başlamış… Kapkara bir suskunluk oturuyor dilinin ucuna, sonra gözlerine… Hava koptu kopacak. Susuyor kadın. Huzursuz son
Son “Kırılırken kemiğimin çıkan sesi olurum ansızın” Sulhi Ceylan, Sırrı Fâş Eylemek Ali İhsan, “İçimizden biri herkesin cenazesine gidecek ama
Yolculuğunun on dört bin altı yüz onuncu günü. Henüz başına o kıymık gibi batan tuhaf ağrıların saati değil. Acıkmamış olan