Düşman Kazanmak Sanatı

Künye: Düşman Kazanmak Sanatı, Tarık Buğra, Ötüken Yayınları, 6. Basım, 2018, İstanbul.

***

Önümde bir ilâç tarifesi duruyor. Ne imlâ, ne sentak, ne lûgat!.. Çileden çıkmak işten değil. (Sayfa 19)

İşin gerçeği şu ki, koca bir dilin kaderi Dil Kurumu adındaki çiftliğin ağalarına, bu ağaların hasta heveslerine kaldı. (Sayfa 20)

Öztürkçe denilen masal adına piyasaya sürülmüş kelimelerin çoğu yabancıdır, ondan çoğu ise uydurmaca. (Sayfa 24)

Öyle bir cümle yazarsınız ki, içinde bir tek Türkçe kelime bulunmaz, ama Türkçedir, gene öyle bir cümle yazarsınız ki, bütün kelimeleri aba en ced Türkçedir, ama kendisi Türkçe olmaz; Öztürkçeciler işte bunu bilmiyorlar. (Sayfa 33)

Amerika ilk Atom denemesini yaptığı zaman, haberi alan Fransız Dil Akademisi, vaktin gece olmasına rağmen toplandı ve bu olayın getireceği ve getirdiği terimlerin Fransızca karşılıklarını bulmak, bu işi de onlar halka intikal etmeden yapmak kararını aldı. Dil sevgisi ve bu sevgiyi hak etmek işte budur. (Sayfa 52)

İşte alfabe… geçtim altıyüz yıllık kitaplığımızın bir anda “ölü” hale getirilivermesinden.. noksanları, yetersizlikleri var mıdır, yok mudur? Bu soruya bile kapalı bütün kapılar, pencereler. (Sayfa 77)

Din kültürü edebiyat için çok önemli, pek çok önemlidir. Türk edebiyatının bugünkü noksanı da işte budur. Romancılarımızın neden güdük, tiyatro yazarlarımızın, çoğu şâirlerimizin neden silik ve taklide mahkûm olduğunu merak edenler meseleye bir de bu gözle baksınlar… (Sayfa 144)

Sevgi, anlayış ister, benimsemek ister, hoşgörürlük ister, feragat ve fedakârlık ister; sevgi, sevilenin yükünü taşıyacak güç ister, yürek ister. Siparişe göre çıkan insanı babam da sever… Uzaktan uzağa ve hiç bir sorumluluk yüklemeyen, zaafları, aldanışları, kötü yönleri olmayan sevgili varsa, doksan dokuz vagon da bana gönder; seveyim! (Sayfa 149)

Milletlerin en büyük engeli, milletlerini sevmeyen, milletlerini hor gören yoz aydınlardır, diploma aydınlarıdır. (Sayfa 163)

Hristiyanlığın yayılışını -değilse bile, kökleşmesini ve tutunmasını- resimden, müzikten, şiirden, heykelden, romandan ayrı düşünmeye imkân yoktur. (Sayfa 204)

Edebiyat yapma, deriz. Keşke adamını bulsak da, “edebiyat yap, ne olur” diye rica etsek. (Sayfa 239)

İşte TV’niz, işte radyonuz… Ve işte okul kitaplarınız! Hepsi de edebiyatı baltalamayı iş edinmişler gibi. Hepsi de gerçek edebiyattan kaçınıyor ve hepsi de edebiyat şarlatanlıklarını, demagojilerini arkalıyor. (Sayfa 239)

Yazdıklarını dinlenmeye bırak. İlk intibalar aldatıcı oluyor… Bu hazin aldanıştan kurtulmanın bir tek yolu vardı: Aradan geçecek zaman sayesinde kendi yazdıklarına bir başkasınınmış gibi objektif ve apatik (kayıtsız, ilgisiz) bakabilecek duruma gelmek. İnsan, böylece, kendi yazdıklarına karşı da gereğince insafsız davranabilme imkânını buluyor. (Sayfa 303)

Yazar olmaya on altı yaşında karar verdim… Lise onuncu sınıfta, yazar olacağım dedim. Ve yazarın mekânı tavan arasıdır, kaderi yarı aç, yarı tok yaşamaktır dedim. Yola böyle çıktım; biz romantik dönemin sanat sanat içindir ilkesinin okuyucuları idik. (Sayfa 310)

Edebifikir

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir