Edebiyatımızda İlk Mutasavvıflar ve Köprülü

Edebiyatımızda Hoca Ahmed Yesevî (k.s) ve Yunus Emre (k.s) gibi ilk mutasavvıfları; ünlü kültür tarihçimiz Fuad Köprülü “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” isimli eserinde yetiştikleri dönem koşulları ve çeşitli özellikleriyle kapsamlı bir şekilde anlatmıştır.

Köprülü hakkında en teferruatlı malumatı Diyanet’in İslâm Ansiklopedisi’nde okuyabiliyoruz. Fevziye Abdullah Tansel, Fuad Köprülü hakkında yazdığı bir giriş yazısında “Müellifimiz, İlk Mutasavvıfları yazdığı sırada yirmi sekiz yaşındaydı. İstanbul’da Akbıyık’taki evinin üst katına bir koridorla bağlanan ve bahçeden de bir merdivenle çıkılan bugünkü zengin kütüphanesini henüz tesis etmiş değildi. O zamanki kütüphanesi, bu evin ikinci katında, merdivenden çıkılınca karşıya gelen büyük odada idi. İlk Mutasavvıfları işte bu odada, bir buçuk senede yazdığını, bir seneden fazla da tashihleriyle uğraştığını söylemiştir.” Köprülü, bu kitabıyla o zamana kadar hiç dokunulmamış mevzulara ve meselelere değinmişti. Türkçedeki kaynaklardan başka Batı ve Doğu kaynaklarından da yararlanmış, İstanbul ve Avrupa’daki birçok kütüphanenin kataloglarını tarayıp bu eşsiz eseri vücuda getirmiştir. Ender yazmalar üzerinde ilk elden çalışması ise son derece doğru bir yöntemdi. Yaptığı bu çalışma ile Köprülü; İlk Mutasavvıflardan hem Ahmed Yesevî (k.s) hem de Yunus Emre’nin (k.s) tesirlerini layıkıyla ortaya koymuştur. Köprülü’nün de belirttiği gibi İslâmiyet’ten sonraki edebiyatımızda, kendi ruhumuzu ve millî zevkimizi anlayabilmek için en çok dönüp bakmamız gereken devir öyle sanıyoruz ki büyük mutasavvıfların yaşadığı devirdir. İslâm ruhunu ve sade bir İslâmiyet anlayışını en iyi temsil eden, estetik yönümüz olan tasavvuf edebiyatının çok uzun bir tarihçesi vardır. Eski zamanlarda, Türkler başkaları gibi kılıç kuvvetiyle değil, kendi arzularıyla kabul ettikleri İslâmiyet’i az zamanda benimsediler ve bu yüce dinin hızla yayılması için eşsiz bir gayret gösterdiler. Türk dervişleri, dinî anlayışı ve tarikatlarını yaymak aşkıyla göçebeler arasında geziyorlar ve Hoca Ahmed Yesevî’nin (k.s) hikmetlerini bir inci, mercan gibi saçıyorlardı. İşte bu aşk ve inançla Türkler arasında İslâmiyet yayılmıştır.

Köprülü, Ahmed Yesevî Hazretleri’ni (k.s) anlatmaya başlamadan önce kitabın ilk kısımlarında İslâmiyet’ten önceki yaşama, Türkler’in İslâmiyet ile tanışmaları, tasavvuf hareketi,  İran tesiri, halk edebiyatının gelişmesi gibi konulara değinmiştir. Türkistan’da tasavvuf, onun ifadeleriyle şöyle anlatılmaktadır: “Eski İran ananelerini göğsünde saklayan Horasan, İslâmiyet’ten sonra tasavvuf cereyanının başlıca merkezlerinden biri ve belki birincisi mahiyetinde idi. Bu yüzden Maveraünnehir İslâmlaştıktan sonra, bu hareketin, İslâmiyet’in evvelce takip ettiği yollardan Türkistan’a gireceği pek tabiî bir hadise idi. Hakikaten öyle oldu. Herat, Nişabur, Merv, III. asırda mutasavvıflarla nasıl dolmaya başladıysa, IV. asırda da Buhara’da, Fergena’da şeyhlere tesadüf edilmeye başlandı.”

Fergena’da Türkler şeyhlerine Bab, yani Baba namını veriyorlardı. Bunlardan bazıları (Ebû’l-Hayr, Maşuk Tusî, Ebû Halis, Arslan Bab, Yusuf Hemedânî, Korkut Ata, Çoban Ata, Zengi Ata ve daha birçok veli) Buhara, Semerkand gibi büyük İslâm merkezlerinin içlerine kadar yayılıyordu. Daha sonraki dönemde ise bir veli olarak Pîr-i Türkistan namlı Hoca Ahmed Yesevî’nin (k.s) hikmetleri Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya, oradan da Balkanlar’a kadar ulaşabilmiştir.

Köprülü için Hoca Ahmed Yesevî bir mihenk taşı gibidir. Köprülü, tasavvuf edebiyatımızın başlangıç halkası olarak gördüğü Ahmed Yesevî’nin (k.s) çoğunlukla menkıbelerden oluşan şahsiyetini ilk kez bilimsel araştırma metotlarını kullanarak incelemiştir. Bu konunun önemini “Halkın muhayyilesi üzerinde kuvvetli izler bırakan her şahsiyet, hatta daha hayattayken, menkıbesinin teşekkül ettiğini görür. O menkıbeler uzun asırlar boyunca bir nesilden öteki nesle geçerken daima büyür, büyür ve nihayet o şahsiyetin hakiki simasını tayin edebilmek güçleşir. Bilhassa Doğu’da, mutasavvıfların “halk muhayyilesi” üzerindeki tesirlerinin şiddetinden dolayı, her geçen asır onlara yeni menkıbeler icat etmiş ve tarihî simalarını her gün daha çok unutturmuştur. Eski Doğu tarihçileri, ekseriyetle tarih ile menkıbeyi birbirinden ayıramadıkları için, halk muhayyilesinde teşekkül eden hayalî şekilleri aynen kitaplarına geçirmekten başka bir şey yapmadılar. İşte, bu yüzden, bugün Hoca Ahmed Yesevî’nin (k.s) tarihî simasını araştırırken, önce ananenin bize naklettiği menkıbeyi tasvir etmek gerekir. Sosyal vicdanın oluşturduğu bu şahsiyet, asıl tarihî şahsiyete uygun olmasa bile, büyük sosyal bir kıymete malik olup araştırılmaya değer.” diyerek belirtmiştir.

Köprülü, Yesevî Hazretleri’nin kurduğu tarikatın diğer kollar ile de münasebetine değinmiştir. Sülûk silsilesi bakımından Hoca Ahmed Yesevî’ye (k.s) mensup bulunan tarikatlar başlıca ikidir: Nakşibendiyye ve Bektaşiyye. Bunlardan farklı olarak İkâniyye gibi birkaç tane küçük şube daha Ahmed Yesevî’den (k.s) gelmekte ise de hakikatte bunları ayrı birer tarikat saymak doğru olmaz. Her büyük tarikatta onun esas hatları dışına çıkmamak üzere, birtakım kolların doğduğu görülür. Bu gibi kolların birçoğu lâyıkıyla tespit bile olunamamıştır. Nakşibendîliğin, Hoca Ahmed Yesevî (k.s) ile alakalı sayılması tarikatın piri Hoca Bahâuddin Nakşibend (k.s) lakabıyla tanınmış Muhammed b. Muhammed Buhârî’nin (k.s) Yesevî şeyhlerinden, Kassam Şeyh (k.s) ve Halil Ata (k.s) ile bir müddet beraber bulunarak onlardan feyz almasından dolayıdır. Nakşibendî silsilesinde yer alan Yusuf Hemedânî (k.s) de Hoca Ahmed Yesevî’nin (k.s) piridir. Yani Nakşibendîlik ve Yesevîlik arasında derin bir akrabalık vardır diyebiliriz.

“İlk Mutasavvıflar” üzerine ülkemizde herhangi bir inceleme yahut tanıtım yazısı yazılmamıştır. Eser ilk basıldığında onu Türkoloji sahasında kıymetlendirebilecek düzeyde ilim adamlarımız yoktu desek yeridir. Bu eserin kıymetini Mordtmann, Huart ve Nemeth Gyula gibi müsteşrikler ilk kez ortaya koymuştur. “İlk Mutasavvıflar” aynı zamanda Türk edebiyatı tarihi araştırmaları içinde özel bir yer tutar. Eser, gerek tasavvuf gerekse edebiyat tarihimiz içinde mevzu bakımından geniş ve ihtiva ettiği malzeme düşünüldüğünde sağlam ilmî metotlarla ve ustalıkla düzenlenmiş, rehber vazifesi gören bir eserdir.

Beyaz Arif Akbaş

DİĞER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir