Kırmızı Kalem Kutusu

Künye: Kırmızı Kalem Kutusu, Bâki Ayhan T., Mühür Yayınları, 1. Baskı, 2014, İstanbul.

***

Şairlerin çoğu yaşlandıkça yaratıcılıktan uzaklaşır. Terk eder onları yaratıcı imgelem. Bunun nedeni, hayata ve ölüme imgelerle değil torun-torba fotoğraflarıyla bakmaya başlamalarıdır. (Sayfa 14)

Son aylarda, yazar veya şairlerle yapılmış pek çok yazı ya da söyleşide görüyor ve üzülüyorum: “Kelime haznesi”. Oysa, böyle bir ifade şekli yok; bunun doğrusu “kelime hazinesi”dir. Zaten anlamına bakıldığında da olamayacağı açık! “Hazne” bir darlığın ifadesidir; oysa “hazine”de bir genişlik, zenginlik, birikim vardır. (Sayfa 20-21)

Bildiğiniz gibi Karacaoğlan, heceye uysun diye, adının ortasındaki “a”yı her şiirde atar ve “Karac’oğlan” olur. Cemal Süreya’nın da soyadındaki “y”yi tavlada kaybettiğini biliyoruz. Günümüzden bir şair benzeri bir şey yapacak olsa, hangi şair hangi harfi atabilir acaba? (Sayfa 47)

Bir insan seçmeyi ve reddetmeyi bilmiyorsa ı tam insan olmuş sayılmaz. (Sayfa 69)

Bir atasözümüz, “Acemi marangozun talaşı tahtasından çok olur.” der. Biz şairlerin durumu da buna benzer; acemilik dönemlerimizde çok sözü harcar, sonraki yıllarda ise harcadığımız o sözcükleri aramaya başlarız. (Sayfa 78)

Herman Hesse’in Rosshalde romanını bir haftada iki kez okudum. Sanat tutkusu, insan ilişkilerindeki tuhaflıklar, hayatın boşluklarındaki gizemler, mekâna bağımlılık, kaçıp gitmenin zor-kolaylığı… Müthiş bir roman! (Sayfa 95)

Peki, dil bilgisi ve bilinci olmayan eleştirmen olabilir mi? Biz de olur! Hem de bayılta bayılta! (Sayfa 103)

Epifani duygusu gelişmemeiş kişi gerçek şair olamaz. Hayatta hiç olmazsa birkaç kez öyle bir ân yaşamak şairliğin şartlarındadır. (Sayfa 154)

Bir insanın on sekiz katlı binanın çatısından atlayıp da balıkçı kulübesinin damından atlamış olma sonucunu beklemesi tuhaftır. (Sayfa 161)

Kiminle, nasıl tanıştım?

İsmet Özel: Bir zamanlar, 1990’ların başlarında Paşabahçe’de oturur, sabahları iş için Boğaz vapuruyla Sirkeci’ye geçerdim. İlk kez, o vapurların birinde görmüştüm İsmet Özel’i. Daha doğrusu bizim Boğaz vapuru arızalanıp Çengelköy’e (yoksa Üsküdar mıydı?) demir atmak zorunda kalmış, ben de Çengelköy hattıyla Sirkeci’ye geçerken rastlamıştım kendisine. Her sabah o da vapurla geçermiş karşıya. Cağaloğlu’nda bir yayınevinin (Şule?) editörü müydü, sahibi miydi tam bilemiyorum o tarihlerde. Oraya gidiyordu. Televizyon programlarındaki gibi konuşuyordu. Uzun ama dolambaçsız, sert, kesin cümleler… Nereye varacağı tahmin edilemese de ne demek istediği açıkça belli olan ifadeler. 15-20 dakikalık bir konuşmamız oldu o sabah. Yıllarca karşılaşmadık bir daha… Neden sonra, sevgili arkadaşım Özcan Erdoğan’ın önerisiyle Mehmet H. Doğan’ın İkinci Yeni kitabını İkaros Yayınevi için yayına hazırlarken İsmet Özel ile irtibat kurma gereği ortaya çıktı. Kitabın bir bölümünde İkinci Yeni’den etkilenen şairlerin de şiirleri yer alacaktı ve bunun için, yaşayan şairlerden tek tek telefonla izin alıyordum. İsmet Özel’i de aradım. Bana, “Yaptığın işleri beğeniyorum ama benim geçmişte Doğan’la ciddi tartışmalarım oldu, onun adını taşıyan bir kitapta yer almak istemem…” yollu bir şeyler söyledi. Ben de,”Elbette, anlıyorum, kitabın editörü benim ama yazarı Mehmet H.Doğan’dır, tasarruf size aittir…” diyerek kendisine teşekkür ettim. Durumu Mehmet H.Doğan’a da bildirdim. Kitabın İsmet Özel’siz çıkmasına üzülmüştüm ama yapacak bir şey yoktu. (Sayfa 172-173)

 Aktaran: Serdar Kocabaş

DİĞER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir