

***
Allah’tan başka her şeyi hayaldir; zira âlem veya genel olarak “varoluş” dediğimiz şey Allah’ın mutlak varlığı ile mutlak yokluk arasında bulunan bir şeydir. Allah ”var olandır” dediğimizde, aynı şeyi aynı anlamda âlem hakkında söylememiz mümkün değildir; dolayısıyla âlemin “var olmayan” şeklinde düşünülmesi gerekir; yine de biz biliyoruz ki o bir açıdan varolmaktadır, aksi takdirde burada onun hakkında konuşuyor olamazdık. Sonuç olarak âlem ne var olan, ne de yok olan bir şeydir; veya hem var hem de yok olan bir şeydir. Dahası biz, âlemin, Allah’tan başka olmakla birlikte, O’nun hakkında bize bir şeyler söylediğini kesinlikle biliyoruz; zira Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayetleri onda tezâhür eder. Başka bir ifadeyle âlem bir anlamda Allah’ın kendi zuhûru ve tecellîsidir. (Sayfa 313)
Hayâl, iki aslî yaratılmış dünya, yani, ruhanî âlemle cismâni âlem arasında bulunan ara bir dünyadır. (Sayfa 314)
Ruh tek, aydınlık, latîf, yüce ve görünmez olduğu halde; beden çok, karanlık, yoğun, alçak ve görünen bir şeydir. Bu yüzden Allah nefsi ruh ile beden arasında bir berzâh ya da ara dünya olarak yaratmıştır. O hem tek, hem çok; hem aydınlık, hem karanlık; hem latîf, hem yoğun; hem yüksek, hem alçak; hem görünmeyen hem de görünendir. Başka bir ifadeyle, nefs hayâlden yapılmıştır ki bu durum onun cinlere (özellikle şeytana) yakınlığını izaha da yardım etmektedir. (Sayfa 316)
… nefsin ruhanî boyutunun güçlendirilmesi insanı birliğe ve bütünlüğe götüren bir süreç olurken onun cismânî yönünün baskın çıkması, çokluğa ve dağınıklığa doğru bir harekettir. (Sayfa 316)
Allah her şeye “benzer”; çünkü kendi sıfatlarını onlar aracılığıyla izhâr eder. Ama O, hiçbir şeye benzemez; çünkü O bizâtihî her yaratılmış olan şeyin sonsuzca ötesindedir. Bir ve aynı zamanda O hem aşkın hem de içkindir. (Sayfa 317)
Gelecek dünyanın “dışı” (zahir) o kadar bu dünyanın “içyüzüne” (bâtın) bağlı olacaktır ki, her iki âlemin ontolojik durumları bir anlamda tersine çevrilmiş olacaktır. (Sayfa 349)
Bir şey “ruhanî” ise görünmez, yüce, parlak, ince, akıllı ve canlıdır. Bir şey cismânî ise görülür, adî, karanlık, yoğun, akılsız ve ölüdür. Hayâlî alan ise biri veya ötekiyle özdeş olmaksızın, iki tarafın özelliklerini birleştirir. Hayâl aracılığıyla yüksek ve alçak birbirine geçer ve ayırt edilemez hale gelir… Hayâl ne yüksek ne alçak, ne parlak ne karanlık, ne ruh, ne de cisimdir. O, arada bulunmaklıkla tanımlanır. (Sayfa 371)
İnsanın görmesiyle kontrol edilmek tecessüm eden ruhların temel özelliğidir. Bir kimse bir ruhu göz önünde ve sabit tuttuğu sürece, o biçimini değiştirip gözden kaçamaz! (Sayfa 383)
Ama hayâlî şekle giren varlıklar iyi-kötü, melek-cin, peygamber-şeytan, herhangi türden bir mahlûk olabilir. Başta söylenene geri dönülecek olursa, hayâlin en tanınmış özelliği; belirsizliği, kesinlikten uzak oluşu ve yanıltıcı nitelikte bulunmasıdır. Şeyh (İbn Arabî) her hayâlî varlığın alâmetini tanımış olmanın marifetiyle neşe içinde yaşayabilmiştir. Ama bu alâmetten mahrum olan bizler için en iyisi dikkatli olmaktır. (Sayfa 384)
Aktaran: Mücahit Emin Türk
Varolmanın Boyutları – I
Varolmanın Boyutları – II