Ekmek ve Yoğurt Denkleminde Yaşamak ya da Bahadır Dadak Olmanın Verdiği Mutluluk

Sulhi Ceylan, Bahadır Dadak’ın “Ontolojik Bir Sorunsal Olarak Sulhi Ceylan Öykücülüğünde Nutella’sızlık Sendromu” yazısına reddiye yazdı.

***

Üniversitede okurken kendimi kitaplara kaptırmıştım. Çünkü yanlış giden bir şeyler vardı. Sınıftaki öğrencilerin “İnsan nedir?” sorusuna verebilecekleri bir cevap yoktu ve bunun için gocunmuyorlardı da. Hoş benim de tatminkâr bir cevabım yoktu ama arayış içindeydim. Okulun en güzel kızları bizim fakültede olduğu için kantinimiz sürekli dolu olurdu. Diğer fakültenin azgın ve şehvetine kul erkek öğrencileri ders aralarında soluğu bizim kantinde alırdı. Kızların da bundan hoşlandığını biliyorum. İşte bu kantinde sınıftan edindiğim üç beş arkadaşla neler yapabileceğimizi konuşurduk. Elimizin altında Necip Fazıl ve İbn Arabî hazretlerinin kitapları olurdu. Necip Fazıl devrimci damarımızı besler ve bu sayede her fakülteye geldiğimizde burada olmamızın bir sebebi var derdik. İbn Arabî hazretlerinin kitapları ise kalbimizi besler ve bu sebeple o güzel kızlara yüz vermez ve Sonsuz Güzel’e yoğunlaşmak için çabalayıp dururduk. İnan bu çok zor oluyordu. Çünkü bazı kızların çok güzel olması felsefî bir problemdi. Bu sebeple ekibimizden kaybettiklerimiz oldu ama onlar için “mecazi aşkı tadıyorlar, hakiki aşka yol bulmak için” gibi açıklamalar yaparak kendimizi kandırırdık. Çünkü hiçbir zaman mecazdan hakikate dönen bir âşık arkadaşımız olmadı. Çünkü aşk iki kişi kalmaya asla razı olmuyor çoğalmak istiyordu. Çoğalmak ise ayrıntının ve sorumluluğun artmasıydı. Davanın rafa kaldırılması ve eve rızık götürme derdinin en büyük dert olmasıydı. İşte Bahadır sen burada devreye giriyorsun. Ekmek ve yoğurt denklemi böyle başladı.

***

Kontrol mü güç mü, hangisi sana hâkim Bahadır? Eğer güç sana hâkimse kontrolün yok demektir. Ama kontrol sana hâkimse güç senin emrindedir. Kontrolü eline almak için iç sesini dinlemelisin. Ama gücü eline almak için bedeninin sesine kulak verip tüm diğer seslerden sarf-ı nazar eylemesin ki bu aslında esaretin kendisidir. İç sesini rahat duyabilmek içinse bedeninin sesini yani ihtiyaç gibi gözüken arzularını kesmelisin. İşte tüm mesele burada. Hayat bir tercihler toplamıdır. İnsan bir şeye baktığı zaman geçmişiyle bakar yani hafızasıyla. Bu hafıza ise kişinin güç ve kontrol arasında geçen yenilgilerinin toplamıdır. Bak yine toplam meselesine geldik. Habil ve Kabil, melek ve şeytan. İşte insan Bahadır. Peki sorun ne diyeceksin şimdi? Mesele zıtları bir eylemek. Ve bu süreçte kendini gözetleyerek, yaptıklarının arkasındaki niyeti ortaya çıkararak çıplak halinde yüzleşmek. Bütün bunları deli olduğun o şiirsel metne karşı ortaya koyuyorum. Yazında paylaştığın underground serisinin mottosu için yani. O metinde farklı insanlardan bahsedilmiyor. Bilakis sadece bir kişiden ama ruhunu şeytana satmış bir kişiden. Bahadır bunu gör artık. Uçurumdan atlayan ve düşerken uzanan el sensin. Beyaz ve zenci sensin. Asi ve günahkâr sensin. Ve o masum çocuk da sensin. Anla artık indiğin yanlış istasyonlarda doğru kişiyle karşılaşamazsın.

***

Bu girişten sonra bana yazdığın mektubun içeriğine girebiliriz. Evet mektup başarılı ama tutarsızlık, bağlam hatası, yanlış çıkarım, öncüllerin uyuşmamasına rağmen tutarlı bir sonuca vardığını düşünmek ve benzeri noktalardan dolayı başarılı. Yani Bahadır yine sert kayaya çarptın ve bu kez bu kaya senin metninin satır araları dâhil niyetine kadar bir okuma yapacak. Metinler arasılık yöntemi ile beslendiğin kaynağın ne menem bir şey olduğunu gösterecek. Arı kovanına çomak sokmaktan korkmadığı için senin ileriki yaşlarında ne olacağına dair öngörülerde bulunacak. Baby face numarası arkasına saklanman da fayda etmeyecek. Başlayalım o halde.

Sözkonusu mektubunda benim hakkında  “Durmadan dinlenmeden okumakla, daha derine,  en derine, kendi kuyusunun en karanlık sularına inme arzusuyla yanarken kendi kuyusunu kazar hale geldi.” diyorsun. Şimdi bu cümlenin göndermelerini ilkin dikkate almayalım ve kendimin kuyusunu kazdığımı düşünelim. Evet kuyu kazıyorum, evet toprak olan bedenimi toprağa değdiriyorum, evet kuyudan çıkardığım toprakla yüzleşip yüzüme sürüyor ve bu sensin Sulhi diyorum. Kendimden korktukça ve utandıkça daha bir hızlı kazıyor ve kendimi kazıyorum. Bahadır hayatında “kendini kazımak” diye bir şey duydun mu? Bu bağdaştırmaya mutlu hayatında yer var mı? Bakkaldan yoğurt alırken kendini kazıyacak bir alet almak hiç aklına geldi mi? Yoksa Nutella ve meyve alıp evde eşine waffles yaptırdıktan sonra ettiğin kârı mı düşünüyorsun? Şimdi yazdığın cümlenin göndermelerine geçelim. Diyelim ki kendi kuyumu kazıyorum ve her seferinde kazdığım kuyuya düşüp yara alıyorum. Öyle ki tüm vücudum bu yaralar sebebiyle dikişli olsun. İstediğin oldu mu? İşte burada, ben yaranın kabuğun altında değil üstünde olduğu anlayışına ulaşıyorum. Çünkü anlayış için tecrübe gerekir yani kan. Ve ben de bu kanı kendime kuyu kazarak ulaşıyorum. Sen kan gördüğünde bayılıyordun değil mi?

Öncüllerinin tutarsız olması sebebiyle düştüğün vartaları açıklamaya devam edeyim. Mektubunda “Bu kadar bilgi zehirdir Sulhi abi. İlaç prospektüslerini okumanın gribal enfeksiyona herhangi bir faydası olmamakla birlikte, bazen sadece ilacı yutmak ve sokağa çıkarak faydalı mikroplardan nasibini almak daha makul bir tercih olabilir.” diyorsun. Ve Beni çok okumakla ama hayatı kaçırmakla itham ediyorsun. Şimdi senin yaşadığın ve benim kaçırdığım hayatı özetleyeyim. Sabah yedi civarlarında kalkıp işe gitmek için hazırlanıyorsun. Haliyle her Türk erkeği gibi evde kahvaltı yapamadığın için yol üstünde bir yerlerden poğaça alıyorsun. İşe gidip çay söylüyor ve pazar günü yapacağın mükellef kahvaltı hayaliyle poğaçalarını yiyorsun. Bir zaman sonra bilgisayarını açıp çalışmaya başlıyorsun. Etrafındaki, Allah’tan çok devlete yani SSK’ya güvenen arkadaşların ile patronun hakkında konuştukça konuşuyor ve sonra patronun gelince ayağa kalkıp gülümseyerek selam veriyorsun. İçinde bir şeyler oluyor o an ama hemen silkinip vicdanını bastırıyor ve düşünmemeye çalışıyorsun. Çünkü düşünmemek mutluluk demek. Akşama kadar bu minvalde saatlerini dolduruyor ve eve döndüğün için sevinçle adımlarını atıyorsun. Her adımda güvenlikli evine doğru yaklaşıyor ve ne yiyeceğini düşünüyorsun. Bu arada telefon mesajlarını okuyor ve eve giderken ekmek ve yoğurt alıyorsun. Yoğurda elin gittiğinde annenin yoğurdu nerden aldığını düşünüyorsun ama cevap bulamıyorsun çünkü annen yoğurdu kendi yapıyordu. Yine silkinip düşünce denen o lanet şeyi kendinden çıkarıp atıyor ve yoğurdun ücretini ödeyip marketten çıkıyorsun. Eve geldiğinde, ya da eve hiç gelmeyelim. Zaten zeki okur ve sen dahi bunun gerisini tahmin etmişsindir. İşte böyle Bahadır, benim kitaplara gömülerek kaçırdığım hayat bu. Hâlâ bir şeyleri kaçırdığımı düşünüyor musun? Sistemin düşünmemizi ve görmemizi izin verdiği sınırlar dâhilinde yaşamayı sen hayat mı sanıyorsun? Neden Türkiye’deki tüm insanlar aynı anda sosyal medya hesaplarına düşen konuyu tartışıyor sence? Burada bir yanlışlık yok mu Bahadır? Bahadır silkinmeyecek misin hâlâ?

Meselenin diğer boyutuna gelelim. Dücane Hoca’dan uzun bir alıntıyla yukarıda savunduğun tezini doğrulamak istiyor ama yine aynı kayaya çarpıyorsun. Nasıl mı, dur anlatayım! Talak’ın kelime manasını bilmeyen milyonlarca insanla aynı ülkede yaşadığımızı söyleyerek başlamak istiyorum. Talak ayetini bilmeyen ve bu ayetin tefsirinden bihaber olan milyonlar da cabası.  Dücane Hoca’nın “Kendi mağaramda yapayalnız kalarak, bilme arzusuyla kıvranarak, ağır bedeller ödeyerek hayatı anlamaya başladığımda hayatı çoktan ıskalamış olduğumu fark ettim” sözünü ise bu milyonların değil öncelikle senin anlamadığın ise çok bariz. İstersen sözü bir daha okuyalım. Hoca, hayatı çoktan ıskalamış olduğunu, hayatı anlamaya başladığında fark ediyor. Yani bir anlam var ortada. Hayatı anlamak. Hayatı anlamak mı yoksa ıskalamak mı daha kötü Bahadır? Konuyu anlayamadığını düşünüp daha açık bir benzetme yapmak istiyorum. Akıl yaşta değil baştadır, diye bir söz vardır. Aklın yaş ile ilgili olmadığı anlatılır bu sözde. Ama şöyle de bir durum var. Aklı başa getiren yaştır. Belli bir yaşanmışlık ve tecrübe yoksa neyin aklından bahsedebiliriz. İşte sen bu benzetmedeki yaş yerine okumayı ve düşünmeyi koy. Sanıyorum meramımı anlattım. Ah Bahadır, kaç günde bir çöplerini evden çıkarıyorsun, çok merak ediyorum.

Sulhi abinin beni, benim onu aradığımdan daha fazla aramasının asıl sebebi Kabil’e olan meylidir.” cümlen ise tam bir çarpıtma örneği. Benim, günaha olan meylimden ötürü seni aradığımı düşünüyorsun. Ah Bahadır yine olmadı. Günaha olan meylim seni niye aratsın? Direk günahı ararım. Kaldı ki beni iyi tanırlar! Seni aramamın sebebi ise Kabil’in bir kardeşi var ve adı Habil demek. Seni, her günahı bir iyiliğin örttüğü gerçeğini hatırlatmak için arıyorum. Kırılmayı göze alarak sana ayna oluyorum. Bende günahı gör ve nefret et diyorum. Çünkü kendindeki günahı görmeye takatin yok. Bahadır ben bir aynayım ve senin tarafından kırılmak beni üzmez. Ama ilk taşı atıp atamayacağını düşünmelisin!

Ve geldik mutluluk mevzuuna. Sahi neydi mutluluk Bahadır? Mutluluk kendinden dolayı istenendi, bir başka şey için değil. Mutluluk yeterlilikti, mutlu olan bir başka şeye ihtiyaç duymazdı. Mutluluk insanın ulaşmaya çalıştığı gayeydi. Mutluluğa ulaşan birinin başka bir şey aradığı görülmezdi. Çünkü mutluluk bir sihirdi. Ve bu sihri içinler Azrail gelinceye kadar hayatın amacını mutlu olmak olarak görürlerdi. Şimdi anladın mı mutluluğu neden eleştirdiğimizi Bahadır. Modern hayatın enerji içeceğinin adının mutluluk olduğunu bilmiyor musun? Mutluluk şehrine uğrayanların kendi benlerinden başka bir şey düşünemeyeceklerini ve bu benin mutluluğunun devamı için gerekirse tüm dünyadan vazgeçeceklerini de bilmiyor musun? Yoksa biliyorsun da işine mi gelmiyor? Mutluluk çok güzel değil mi Bahadır? Küçük bir odada kitapların arasına gömülüp o kitaplardan aldığı ilhamla hakikati arayan bir insanın mutluluk gibi bir derdinin olmamasını nasıl anlatabilirim sana? Eğer gerçek mutluluk peşindeysen aldığın maaşın tamamını ihtiyaç sahiplerine neden vermiyorsun? Neden 5-10 lira vererek vicdanını susturuyorsun? Hani iyilik yapmak insanı mutlu ederdi? Neden daha çok iyilik yapıp mutluluğun türevini almıyorsun?

Ve son olarak ise “Bütün kitaplarını yak, haftalık dergileri ve gazeteleri bırak, kumral saçlarını uzat” diyerek mektubunu bitiriyorsun. Haftalık dergi ve günlük gazete okumuyorum. Kitaplarımı ise yakmama gerek yok, çünkü kitapların okunuş sebebi daha sonra yakılmak değil, okuyanı yakmak, aklını germek, başka bir ihtimal olabileceğini göstermek ve de insanın insan olmasını sağlayan düşünmesine kapı açmasıdır. Bahadır insan düşünen bir varlık ama mutlu olmak buna engel. İyi bir iş. Evde sıcak yemek. Yazları bir ay tatil, hafta sonu mangal partisi yaparken düşünmeye vakit bulabiliyor musun? Dur istersen kendini yorma, çünkü iş dönüşü eve ekmek ve yoğurt taşıyacaksın.

Saçlarımı tekrar kazıttım. Berber “Abi emin misin, bak kazıyorum” dediğinde sen aklıma geldin ve Bahadır aklını kazıtmış ben kumral saçlarımı kazıtmışım çok mu, dedim. Bahadır ne dersin, sence çok mu?

Bu arada Bahadır, beni ne zaman tatlı yemeye çağıracaksın? Nutellalı tatlıları çok severim, bilirsin.

Sulhi Ceylan

“Aldanış, insanın en büyük ihtiyacı”

Ontolojik Bir Sorunsal Olarak Sulhi Ceylan Öykücülüğünde Nutella’sızlık Sendromu

söyle bunları hep sana demedim mi?

DİĞER YAZILAR

9 Yorum

  • C.'nin kalemi , 27/08/2018

    Bir an kaleminiz de kalıp “beni de böyle eleştirse keşke” dedim. “Sizinle muhabbet güzel olurdu” da dedim onu da pas geçmeyeyim.

  • Yesilkalb , 03/08/2018

    https://youtu.be/2mlTrtLkEEI

    Iyilik, kötülük ile buluştuğunda adımlarında hiç bir şuphe yoktu..
    Ve kötülük ona hükmetmek için bir çözüm buldu.
    “Bitkin görünüyorsun” dedi ona..
    Bu yürüyüş seni çok yordu dedi ve ekledi
    “Sırtım senin dayanağın olacak”
    Iyilik onun sözlerinden hiç şuphe etmedi ve onun sırtına çıktı.
    Ertesi sabah insanlar bu manzarayı gördüklerinde panikleyip konuşmaya başladılar…

    • Hurmaçekirdeği , 07/08/2018

      Güzel şarkıymış vesselam

  • Hurmaçekirdeği , 31/07/2018

    Sulhi ceylan artık okuyucularıyla mektuplaşmaya başlasın edebifikir okuyucuları olarak buna ihtiyacımız var

  • ah be , 28/07/2018

    Ah be Sulhi abi, Bahadır ne kadarda şanslı..
    ‘Mümin Müminin aynasıdır.’
    Rabbim muhabbetinizi hasıl eyliye, ne kadar imrendim bi bilseniz..
    dostluğunuzun samimiyeti elektronik aletleri dahi delerek kalbimize bi huş eyledi.
    ne bileyim, Rabbim ömrünüzü hayır yolda ümmet-i Muhammed’e (s.a.v) hakikiyle hizmet yolunda eylesin.
    Hakketen Allah razı olsun be. böyle öyle bilmem nasıl işte öyle Razı olsun.

  • Bu da bir çiledir ey dil, kaderimdir, çekerim…

  • Kimse Kim , 27/07/2018

    Ekmek ve yoğurt denkleminde yaşamak dergâha yıllarca odun taşımaktan farksızdır. Benliği kırma meselesidir.

    • Bilmesendeolur , 28/07/2018

      Sulhi C. fazla, fazla.
      Ne zaman mektubatı rabbani okumalarına başlayacak?

    • neyse ne , 28/07/2018

      ekmek, dergahtan çıkmayınca,
      yoğurt, çalakaşık mayalanmayınca tülbentte
      yıllarca odun taşıdım sanıp odun olmaktan gayrı değildir bu denklem.
      Benliği kırdım deyü ben’ olduğunun haykırışıdır.

Kimse Kim için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir