Rio de Janerio denince akla karnavallar, yağmur ormanları, Atlantik Okyanusu’na uzanan sahilleri, Maracana Stadyumu ve Kurtarıcı İsa heykeli gelir. Buna karşılık bir de favelalar (gecekondu mahalleleri) vardır ki, Rio de Janerio’daki gecekondu mahalleleri, dünyada organize çeteler tarafından yönetilen en geniş mahalleler arasındadır. Çeteler, tepelere kurulmuştur. Ne asker ne de polis rahatlıkla girebilir. Şehir nüfusunun en az 1 milyonu bu mahallelerde yaşamaktadır. Yaklaşık 900 favelanın bulunduğu Rio’da 2008 -2010 yıllarında ortalama 39 bin cinayet, 14 bin tecavüz ve 152 bin oto hırsızlığı vakası kayda geçmiştir. Bu olayların başlangıç noktası ise 1960’lara kadar uzanıyor.
Brezilya’da 1960’ların başında yoksulluğun getirdiği gasp ve hırsızlık gibi olaylar gün geçtikçe uyuşturucuya ve ölüm olaylarına kadar sürüklendi. Bölgede örgütlenmeye başlayan yoksul halkın küçük yaşlardaki çocukları, hırsızlıkla elde ettikleri gelirleri silaha çevirip daha büyük soygunlara başladılar. Brezilya hükümeti, ilk etapta bu yoksul mahalleleri görmezden geldi. Böylelikle örgütlenmeler hızlı şekilde arttı ve bulundukları mahallelerde kendi kontrollerini sağladılar. Maddi sıkıntılarını ise uyuşturucu satışlarına başlayarak gidermeye çalıştılar. Ve böylelikle hükümetin dikkatini çekmeye başladılar.
Küçük yaş, büyük oyun
Rio’da çocukların azımsanmayacak bir kısmı, 8-9 yaşlarındayken silahla kuşanır, hırsızlık olaylarına karışmaya başlar ve uyuşturucu çetelerinin himayesine girip ayak işlerinde çalışırlar. Daha sonra favelaların yüksek kesimlerinde polis operasyonlarına karşı nöbetçilik görevini yaparlar. Bir müddet sonra da silahlı uyuşturucu satıcısına dönüşürler. Bu süreç kendilerinden sonra gelen nesilleri de etkiler.
Polis destekli zehir satışları
Zehir tacirleri, favelalarda sağladıkları kontrol sonrasında ciddi anlamda kazanç elde etmeye başladı. Bu kazançlarla çete liderleri, yoksul halkın ihtiyaçlarını gidermeye karar verdi. Tabiî ki bu yardımlar karşılıksız olmayacaktı. Mahalle halkından, devlete karşı yanlarında durmalarını istediler. Gecekondu halkının bunu kabul etmesi ile birlikte hemen hemen herkes silahlanmaya başladı. Favelaların içindeki bu hareketlilik devletin dikkatini çekti ve operasyonların başlaması için düğmeye basıldı. Brezilya Özel Harekât Polisi (BOPE), favelalara girdi ancak sözü geçen her zamanki gibi para olmuştu. Uyuşturucu baronları, bazı polislere rüşvet vererek yapılacak olan operasyonların bilgilerine ulaştı. Yapılan operasyonlarda tutuklanan çete üyelerinin serbest kalmalarına yine polisler yardımcı oldu. Bir süre sonra tacirlerden, verdikleri operasyon bilgilerinin karşılığını alamayan polisler tutukladıkları insanları direkt infaz etmeye başladı. Yani polisler, kendi paylarını aldıkları sürece sorun çıkmıyordu.
Suçlu kim?
Devlet kanadında olaylar bu şekilde gelişirken favelalarda varlığını sürdüren çeteler arasında güç çatışmaları başladı. Favelanın ve uyuşturucunun merkezi haline gelen Tanrı Kent, ikiye ayrıldı. İki büyük çetenin burada hâkimiyet çatışması devam ederken kısa sürede binden fazla insan öldürüldü. Bu çatışmalar ile birlikte polisin de tüm çetelere karşı başlattığı operasyonlar sonucu Rio de Janerio, dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri haline geldi. 2007 yılında Rio polisi 1300’den fazla insanı öldürdüğünü kabul etti. Çetelerden de benzer açıklamalar geldi fakat bu ölümlerin sorumlusu olarak devlet gösterildi. Bazı çete üyeleri, yoksul mahallelere yeteri kadar sosyal ve kültürel anlamda destek verilmediğini, çözümün ancak silah zoruyla gerçekleşebileceğini dile getirmişti. Bundan dolayı çete liderleri, Brezilya’da suçluların neden olduğu bir savaş hali olmadığını; devletin, gecekondu mahalleleri ile bir savaş içinde olduğunu düşünmekte. Fakirlik ve ekonomiyle verilen bir savaş olduğu ise dile getirmekte. Eski bir uyuşturucu satıcısı olan Andre Cruz, “Herkes zannediyor ki biz kendi isteğimizle uyuşturucu batağındayız. Hâlbuki çoğunlukla başka seçeneğimiz olmuyordu. Çete liderleri istek ve ihtiyaçlarımızı karşılıyordu çünkü.”
BOPE’nin kalıcı barış operasyonları
Favelalar, kendi özerkliğinde varlığını sürdürürken hükümet kanadında hedef haline geldi. Rio de Janerio’da yoksul gecekondu mahallelerinde Brezilya Özel Harekât Polisi (BOPE) denilen timler devriye gezmeye başladı. Rio nüfusunun en az bir milyonu bu varoşlarda yaşıyor. BOPE, bu bölgelere nadiren girer. Zorunlu olarak da girdiğinde savaş düzeni alır. Eskiden polis gecekondu bölgesine gelir, uyuşturucu çeteleri ile silahlı çatışmaya girer sonra çekilirdi. Ancak onlarca yıl süren bu gelgitten sonra varoşlarda barışı kalıcı olarak sağlamak üzere yeni bir operasyon başlatıldı. Artık polisler girdiği bölgede kalıcı olarak konuşlandırıldı. BOPE, 2008’den bu yana 15 gecekondu bölgesine yerleşti ve uyuşturucu çetelerinin kontrolündeki yaklaşık 150 bin kişiyi özgürlüğüne kavuşturdu. BOPE’nin amacı 900 gecekondu mahallesini de uyuşturucu çetelerinden arındırmaktı. BOPE ve bir diğer polis harekâtı olan UPP’nin bunca yıldır süren olaylara müdahale edememesinin sebebi masum insanların ölme tehlikesiydi. Ama 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyat Oyunları organizasyonlarının Brezilya’da yapılması kararıyla birlikte Favelalara operasyonlar başlatıldı. Hükümetin buradaki amacı, diğer ülkelerden gelecek olan sporseverlere Brezilya’nın çatışmasız bir ortamı olduğunu göstermekti.
Uyuşturucu ticaretini ayakta tutan kenar mahalleler değil, zengin kesimlerdir. En çok kullanıcı onlardan çıkar. Favelaların da bu ticarete dair kanunları var. Bu kanunları, adaletin kanunları değil; ticaretin kanunlarıdır. Kuralları vardır ve bu kurallara uyulmadığı takdirde uymayan kişileri tacirler mahkemesi ya affeder ya da infaz eder. Tim Lopez adlı gazeteci de bu mahkeme tarafından infaz edilenlerden biri. Favelaların girilmez denilen bölgelerine girip çete bilgilerini ve görüntülerini devletle paylaştı. Daha sonra Tim Lopez’i bulan tacirler, etrafına lastik yığarak onu “mikro dalga” denen bir yöntemle öldürdü. Bu ölen ilk gazeteci değildi. 2002’nin ilk altı ayında on gazeteci görev başında hayatını kaybetti.
Rio de Janerio’da, hattâ genel olarak Brezilya’da favelalar, hâlâ çetelerin ve devletin sorunları ile karşı karşıya. İstatistiklere göre Rio’da son dönemlerde cinayet oranı düşmüş ve polis sayısı da artmış. Halk ise cinayetlerin sayısının arttığını dile getiriyor. Çetelerin, infaz ettikleri insanları şehir dışına çıkartarak cesetlerini ırmağa ya da denize attıklarını söylüyorlar. Bazen de yakılan insan cesetleri ile karşılaştıklarını ifade ediyorlar. İnsanlar çöp yığını gibi oradan oraya atılıyor. Hâl böyle iken polis, öldürülen insanları bulmakta zorluk çekmekte. Bu da istatistiklere, cinayet oranı düşmüş gibi yansıyor. Bir diğer istatistiğe göre ise cinayet oranı düşerken kaybolan insan sayısı artmakta. Görüldüğü üzere insan merhamet ve adaletin öznesi olamayınca, cinayet ve istatistiğin nesnesi hâline geliyor.
Adem Suvağcı
Rio de Jenario’ya gitmeden önce Sao Paoulo’ya uğramıştım. Bu şehir Güney Amerika’nın en gelişmiş şehriydi ve bazı mahalleleri son derece tehlikeliydi. Rio de Jenario’ya gideceğimi belirttiğimde birkaç Brezilya’lı gitmemem konusunda tavsiye bulundu, söylediklerine göre polis yaklaşık 1 yıldır maaş alamıyordu ve geçen sene Favelyalara giren bir İtalyan öldürülmüştü.
Aksilik o ki ben şehre girdiğimde Rio de Jenario hükümeti (eyalet) yolsuzluktan dolayı istifa etmişti. Eduardo Galeano’nun ifadesiyle Rio’da işlenen cinayetler New York’takinin 5 katıydı. Yani ortalık oldukça karışıktı ve sabaha karşı beş gibi şehre girmiştim. Otogarda taksicilerin sürekli olarak soru sorması beni iyice tedirgin etti, bu sebeple günün ağırmasını bekledim. Otogardan ayrılıp şehirle ilk temas ettiğim anı hiç unutamıyorum. Tabiî biraz fazla tedirginlik vardı üzerimde. İzlediğim filmler, belgeseller ve kısmen de gerçekler tek başına yolculuk eden bir kişi için tedirgin ediciydi.
Akşam 17.30’da, bir polise ‘bu saatte dışarı çıksam sorun olur mu’ diye sorduğumda cüzdanın ve telefonun çalınabilir demişti. Yuh, polissin sen biraz cesaret verir insan, diye içimden geçirmedim değil. Rio de Jenario’da yaklaşık 4 gün kaldım. Bir gün metro ile güzergahındaki en son durağa kadar gitmeye karar verdim. Son durak yaklaşık bir buçuk saat uzaktaydı ve vardığımda tarif edilmez bir görüntü ile karşılaşmıştım. İsportacılar tüm merdivenleri kaplamış ve karşılıklı bağırarak size bir şeyler uzatıyordu. Merdivenleri bitirip aşağıya indiğinizde ise minibüsçüler, taksiciler, işportacılar, yolcular, yüzünüze bakanlar sizi karşılıyordu. Üstüne de yaşadığınız gerginlik…
Bir favelyanın girişindeki börekçi gayet tatsız bir börek yiyerek yarım saat oturup etrafı izledim. Latin Amerika’da şiddetin belli başlı sebepleri var. Bu noktada Eduardo Galeano yol gösterici olabilir. Örneğin Güney Amerika’nın zenginliği İngiltere ve Portekiz’e taşınmıştır. Brezilya’da her 2 dakika 46 saniyede bir çocuk programlarında şiddet gösterilmektedir. Örneğin insanların çok fazla seçenekleri kalmamıştır…
Rio sadece bunlardan ibaret değil. Harika bir doğası var, ormanlık alanlar ve deniz muhteşem bir görüntü sunmakta. Şehrin içinde bir nehir uzanmakta. Dayanamayıp bir sandala bindim şehri nehirden izlemek için. İlerlerken sandalın sürücüsü bana bir yeri gösterdi: Timsahlar gözlerini açmış bizi takip ediyordu. Yani sandal devrilse öğle yemeği olacaktım ve ölüm şekli olarak timsah yedi şeklinde kayıtlara geçecekti. Çok şükür sandal devrilmedi.
Çizdiğim bu olumsuz tabloya rağmen ki bunlar Rio de Jenario’nun gerçekleri, yine de dünyadaki en özgün şehirlerden biridir.
İsmail Vardi
1 Yorum