Sezai Karakoç’un Poetikası – 1

1950 sonrasında, bir ön hazırlık olmaksızın, kendiliğinden başlayan İkinci Yeni şiir hareketi içinde adı anılan Sezai Karakoç; bugün modern Türk şiirinin en özgün isimlerinden birisidir. Aynı yıllarda şiire başladığı dönem arkadaşlarından, poetik anlayış ve dünya görüşü olarak ayrılan Karakoç, şiirini gelenek ve İslam medeniyeti üzerine kurar. Şiirde anlaşılmayı ve anlaşılır olmayı önemli görerek, poetik anlayışta us dışına çıkan bir şiir mantalitesinden uzak durur. Onun şiirleri; kendisini hemen ele vermeyen; okurdan çaba harcamasını bekleyen; bu yönüne rağmen, diğer İkinci Yeni şairleri gibi anlamı tamamen dışlamayan bir yapıdadır. Karakoç, kendisinden önceki şiir geleneğini bilen; Batı ve Arap dünyası şiirine uzak kalmayan; sadece şiir yazmakla yetinmeyerek şiiri üzerinde düşünen bir şair-düşünür olarak algılanabilir. Bu açıdan onun şiir ve şair anlayışı çerçevesinde, bir medeniyet ve uygarlık tasarısı fikrine sahip olduğunu ve poetik plandaki eserleriyle de düşünce adamı yönünü ortaya koyduğunu görebiliriz.

Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinde, “İkinci Yeni Şiir Hareketi” olarak adlandırılan şiir hareketinin içerisinde ilk şiirlerini yayınlayan (1955-1965 arasında), sonra giderek şiirinde ve poetik düşüncesinde özgünleşen (1967’den bugüne kadar) Karakoç, zaman içinde şiirden ziyade düzyazıları, fikir eserleri ve deneme, konferans, düşünce yazıları, tiyatro eserleriyle çok yönlülüğünü de ortaya koyar. Şiirlerinin ilk yayınlandığı tarihten itibaren, şiirle ilgili yazılarını da kaleme almaya başlayan şair, şiiri ve sanatı üzerine düşünen yönünü de ortaya çıkarmaya başlar. Pazar Postası haftalık gazetesindeki yazı ve tartışmalara neden olan makaleleri bunun bir göstergesidir kanaatimizce. Sezai Karakoç’un ilk olarak 1951-1953 yılındaki “Monna Rosa I-II-III-IV, Rüzgâr ve Yağmur Duası” şiirlerini yazdığından hareketle, bu tarihleri onun şairliğinin başlangıcı olarak görebiliriz. Karakoç, İnönü Döneminin baskıcı ortamını görür ve Menderes döneminde de şiirleriyle edebiyat dünyamızda yer almaya başlar. Milli Şef İnönü döneminin baskı ve dikta ile yönetimde hüküm sürdüğünü düşünürsek, Sezai Karakoç’un şiir eksenine girmemizde bu bilginin bize yararı olacağı düşüncesindeyiz. Özellikle şiirlerinde bir bütünlük olduğu bilinen Karakoç, düşünce eserleri ve diğer edebi ürünlerinde bu bütünlüğü bozmadan, zihninde tasarladığı “Diriliş” ekolünü kurar. Şairi; içinde yaşadığı toplumun öncüsü olarak gören; ona en zor ve en çetin görevleri yükleyen; onu, ideal insanı ve misyon adamı olarak algılayan Sezai Karakoç; şiir ve şair düşüncesini bu süzgeçlerden geçirdikten sonra olgunlaştırarak ortaya koyar. 1950’den bugüne değin şiir yazan ve şiiri üzerinde düşünen Sezai Karakoç; hem şiir anlayışı, hem de şair düşüncesi olarak, çağdaşı olan şairlerden zaman içinde ayrılmış ve kendi poetikasını oluşturmuştur. Şiirlerindeki imaj, biçim ve özde, İslam ve Tasavvuf etkisini gizlemeyen şair; politikayla ilgilenerek, diriliş düşüncesindeki şair anlayışına ve bu anlayıştaki şairin şiirine yeni açılımlar getirir.

İkinci Yeni şairlerinin genelinde görülen, var olan şiiri, şiir dilini ve algı ortalamasını yıkma eğilimi, geleneğe sırt çevirme ve aklı belli ölçülerde yâdsıma, Karakoç şiirinde ve poetikasında ele alınış ve işleniş açısından da çok farklıdır. İkinci Yeni şiirinin kurucu şairlerinden olan Karakoç, şiirde aklı yadsımazken, akla bir poetik alan çizmeyi de ihmal etmez. Şiir dilini ve şiir geleneğini tamamen reddetmeyen; hatta bir tarafıyla geleneğe yaslanan; eskiyi yıkmak için anarşist bir çizgi izlemeyen; bunların aksine, var olan değerleri eleştirip, onları ayıklayan Karakoç, sonuçta kendi şiirini ve şiir dilini kurar. Geleneğe sırt çevirmemesi de şiirinin hem imaj olarak, hem de içerik olarak zenginleşmesine olanak sağlar. Gelenek açısından bakıldığında Karakoç, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl gibi isimlerin dışında Muhyiddin-i Arâbî, İmam-ı Gazâlî ve Fuzûlî, Bâki, Nedim gibi isimleri poetikasını oluştururken inceler, onların şiir ve düşünce anlayışlarını, modern şiirin süzgecinden geçirir; neticede de kendi şiir ve şair anlayışının poetik temellerini geçmişten günümüze yansıyan bu şairlerin tecrübelerinden faydalanarak kurar. Kimi zaman da; bazı şairlerin tarih sahnesi içinde yapmak istediklerini, yapmak isteyip de yapamadıklarını; bu olguların neden ve niçin’lerini analiz ederek kendine modern anlamda bir yargı çıkarır ve bugün için bahsettiğimiz orijinal Karakoç çizgisini oluşturur.

İşte köklü bir geleneğe sırt dönmeyen Karakoç, bu köklü geleneğin asırlardır büyüterek oluşturduğu şiir geleneğini reddetmek yerine, onu, kendi gelişimi için; modern dünyada insan, şiir ve şair algılayışının değiştiği bu zor koşullarda kendine yön bulucu bir pusula işlevinde kullanır. Şiir yazdığı altmış yıl boyunca yerinde duran, durağan bir şiir anlayışından uzak kalmaya çalışan şair, geçmişi devamlı olarak incelemiş, bunun yanında modern şiiri de gözden kaçırmadan takip etmiştir.

Bir yönüyle geleneğe bu kadar sağlam yaslanan şair, böylesine kuvvetle sırtını geleneğe yaslayanlar için en büyük tehlike olabilecek olan gelenekten çıkamama, gelenekte saplanıp kalma çukuruna da düşmemiştir. Şiirini ve şairliğini hep taze tutmayı başarmıştır; gelenekle modernite arasında kendi orijinal çizgisini yeniden oluşturmayı bilmiştir. Bu yüzden de; bugün için, adı eskimeyen, şiiri, şairliği ve düşünce adamlığı üzerinde devamlı olarak din, sosyoloji ve edebiyat bilimi alanlarında adı hep araştırma konusu olmaktadır.

Sezai Karakoç şiirinin en önemli özelliklerinden birisi de, onun kullandığı imge ve imajların kaynağı olan İslam inancıdır. Karakoç, şiirinin yüzeye çıkan en önemli olgusu olan din, şiir ve şair kimliğinin kaynakları hakkında da bize net bilgiler vermektedir. Karakoç, 1960’lı yıllara kadar yazdığı ilk dönem şiirlerinde, özellikle “Monna Roza, Yağmur Duası, Köşe, Kav, İnci Dakikaları, Balkon, Ben Kandan Elbiseler Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim” gibi şiirler de İslami ögelere yer vermez; 1960 sonrasında özellikle “Taha’nın Kitabı, Hızır’la Kırk Saat” gibi şiir kitaplarında derin bir İslami çizgiyi şiirlerine taşımaya başlar. Bu süreç 1980 sonrasında yazdığı “Leyla ile Mecnun” isimli kitabıyla devam eder. Özellikle bu kitapta, gelenekten yararlanma ve İslami ögeler kullanma açık olarak göze çarpar. 1965 sonrasında kaleme alınan bazı şiirler ve naatlar, onun İslami çevrede derin izler bırakmasına ve bu kesimin de şairi sahiplenmesine vesile olur. Kullandığı argümanlardaki değişimlerin belki de daha doğru bir ifadeyle, daha önceki argümanlarına eklediği İslami ögeler onun şiirini hem zenginleştirmiş, hem de köklü bir gelenek düşüncesinden hareket etmesiyle şiirini bugünkü dünyanın yeni formlarıyla, yeni biçimleriyle buluşturmasını sağlamıştır. İşte Karakoç şiirini dönemindeki şiirlerden ve şairlerden ayıran en büyük özellik de burada aranmalıdır kanaatimizce. Çünkü Karakoç öncesinde şiir yazan ve şiiri üzerine düşünen, kendi poetik arkını kuran az sayıdaki şairin ötesinde o, kendi poetikasını kurarken, Türkiye’deki modern İslam şiirinin de öncüsü olmuştur. Bu nedenle de, Türkiye’de 1940 sonrası doğumlu olan İslami hassasiyetli şairler üzerinde çok derin izler bırakmıştır. Çağın yeni imajlarını bulup, onları geleneksel İslam düşünceleriyle barıştırıp, yeni yüzyıldaki yeni İslami şiirleri yazmıştır.

Düşünce eserlerinde de yine modern dünyanın değerlendirmesini yapan, İslam toplumunun içinde bulunduğu olumsuz durumun “nedenlerini ve niçinlerini” tespit etmeye çalışan, kendi “Diriliş” düşüncesi içerisinde bu açmazlara bir çözüm üretme derdinde olan “Şair” duruşunu ortaya koyar. Bunları yaparken ne şairliğinden, ne de şiir anlayışından ödün vermeyen şair, modernite karşısında yeni çözümler arar ve bulur. Ama sırtını yine geleneğe yaslar bunu yaparken. Karakoç şiirinin Türkiye’deki izlerini sürmek, onun açtığı şiir arkını takip etmek, bu şiir ve şair anlayışının düşünce alt yapısı hakkında da bize ipuçları verecektir. Kendisinden sonraki kuşakta yer alan Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Arif Ay, Mehmet Akif İnan, İsmet Özel gibi şairlerdeki Sezai Karakoç etkisi hemen hissedilecektir. Özellikle 1955 yılında ortaya çıkan İkinci Yeni Şiir Hareketi ismiyle ün kazanan hareketin içinde ilk aşama olarak adlandırılan bölümde adı geçen, hatta Ece Ayhan’a göre kurucularından olan Karakoç, şiirinde yaşadığı değişimlerle 1965’den sonra şiir ve şair anlayışı olarak özgünleşir. Zaten, onu dâhil etmeye çalıştığımız İkinci Yeni şairleriyle dünya görüşü olarak çok ayrı inançlara ve düşüncelere sahiptir. Zamanla da şiirini olgunlaştıran şair, düşünce dünyasında ve şiir anlayışında, şaire toplum içinde biçtiği rolde sürekli olarak farklılaşma yaşadığı bu hareket şairleriyle iyice ayrılır.

İkinci Yeni şairlerinden İlhan Berk ve Cemal Süreya’daki seksomani ve erotik öğelerin ağırlığı; Turgut Uyar şiirinde yer alan ve zaman zaman inançsızlık boyutuna varan Tanrı ile alay etme olgusu, Cemal Süreya şiirindeki İslami ögeleri hafife alma sendromu, Ece Ayhan şiirindeki anarşist yapı, Sezai Karakoç ile bu şairleri bir araya getirme düşüncesini olanaksızlaştırmaktadır. Bunun yanında, en az bu kadar önemli olan bir diğer olgu da, İkinci Yeni şiirinde yer alan bu şairlerin ve ek olarak sayacağımız Kemal Özer, Yılmaz Gruda, Ülkü Tamer gibi isimlerin hayat görüşü olarak Marksist felsefeye bağlanmaları, Sezai Karakoç’la bu hareket içindeki şairlerin yolunun kesişmesini imkânsız hale getirmektedir. 1950 sonlarında tartışılan İkinci Yeni şiiri, kendisine yöneltilen tüm eleştirilerde sosyal olandan kaçmakla itham edilirken, Karakoç şiirinde bunu görmek de olası değildir. Yazı ve şiirlerinde sosyal sorumluluklarını taşıyan bilinçli bir İslam ferdi olarak Sezai Karakoç kendisini ortaya koyar. Ancak tüm tartışmaların içinde, bir başka ilginç olan konu da, sol tandanslı Marksist şair ve şiir eleştirmenlerinin, bu harekete yönelttikleri eleştirilerde Karakoç yokmuş gibi davranmaları da, bir nevi onu “görmezden gelme” olarak algılanabilir.

Örneğin, İkinci Yeni üzerine müstakil bir kitap neşreden, bu şiir hareketini eleştiren Asım Bezirci, tüm kitap içinde Karakoç’a çok az bir yer ayırır. Oysa Ece Ayhan’a göre İkinci Yeni Şiir Hareketi, Cemal Süreya ve Sezai Karakoç şiirleridir. Ayhan’ın bu tespitine rağmen Karakoç’u “yokmuş gibi saymak, görmezden gelmek” onun İslami hassasiyetleriyle açıklanabilir ancak. Şiir ve şair düşüncesi ile Marksist çevrelerin gözden uzak tutmaya çalıştıkları Sezai Karakoç, resmi iktidar tarafından da dışlanan bir şair hüviyetindedir aslında. Resmi ideolojinin dışladığı ve resmi yazınsal çevrelerin de, sosyalist Marksist çizgide olmadığı için görmezden geldiği Karakoç, bu iki yok sayma çizgisi arasında kendi şiir çizgisini kurmuş, şair anlayışını, düşünce eserleriyle derinleştirmiştir; neticede de Cumhuriyet Dönemi Türk şiirindeki ilklerden olan poetikasını kurmuştur. Ancak bunu 1956 yılından 1980 yılının ortalarına kadar yazdığı eserlerle, zaman içerisinde yavaşça ve düşünceleriyle birlikte şiirini de olgunlaştırarak yapmıştır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi Karakoç poetikasını modern bir İslam dervişi gibi oluşturmuş, tarihsel köklerini geri atmamış, bir anlamda geçmişe “redd-i miras” çekmemiş, zaman içinde yavaş yavaş özgün şiirini oluşturur. Sezai Karakoç şiirini ve bu şiiri oluşturan şairin dünyasını kuran olgular, onun sadece düşünce yapısıyla açıklanamaz kuşkusuz. Bu açıdan bakıldığında Karakoç şiirinin dil özellikleri de, bizim için ayrı bir belge niteliğindedir. İkinci Yeni şiir hareketinde yer alan şairlerin birbirinden ayrılan bazı özelliklerini göz önüne alınca Karakoç’un şair anlayışının bu noktada ne kadar önemli olduğunu görürüz. Öncelikli olarak Karakoç, kullandığı şiir dilinde Ece Ayhan, İlhan Berk ve zaman zaman da bu isimlere katılan Edip Cansever gibi, anlamı şiirin içinden tamamen kovmamıştır. Şiiri, bir mantık saçmalığı olarak gören Edip Cansever’in tavrını onda bulamayız. Karakoç şiiri, anlaşılmak için yazmaktadır. Bu açıdan bakıldığında şiirinin kolayca anlaşılabilen bir yapıda olmadığı gerçeğini de ortaya koymalıyız. Karakoç şiiri, kolay anlaşılmanın ötesinde, okuyucuya da görev ve sorumluluk veren, ama şiiri bir kördüğüm yapıp, “al bunu, şimdi sen çöz bakalım” diyen bir yapıdan da uzaktır. Şiirde aklın önemsiz olması gibi bir yaklaşımdan da uzak duran şair, akla önem verir, aklın tamamen dışlandığı otomatik bir anlayışla şiir kaleme almaz.

Özellikle İlhan Berk ve edip Cansever’de bir dönem bu tarzda şiir yazma çalışmalarının çokluğuna şahit oluruz. Ancak akla yaklaşım ve akla bakış açısı olarak onlardan ayrılan, bu noktada da poetikadaki gerçeklik anlayışı ile farklı bir yöne doğru giden Karakoç, aklın yanında “vahiy” gerçeğine de değinir. Karakoç şiirinde, kimi zaman Hıristiyanlık şiire konu olur, kimi zaman İslam. Ancak Turgut Uyar ve Cemal Süreya örneklerinde de görüldüğü gibi, onların şiirlerine giren İslam, bir imaj olmanın yanında kötülenir ve hafife alınır. Yine Tanrı anlayışı, Uyar’ın ve Süreya’nın şiirinde hafife alınır ve hitaplarda saygı unsuru zaman zaman ortadan kalkar. Şiirde biçim/öz açısından çağdaşlarından ayrılan şair, poetik metinlerinde şiirde öz, biçim, içerik, soyutlama, metafizik gibi konularda yazdığı makalelerle bu yöndeki duruşunu belirleyerek düşüncelerini okuyucusuna aktarmayı da ihmal etmez.

Davut Bayraklı

Sezai Karakoç’un Poetikası – 2

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Asaf , 13/12/2020

    Birinci ve İkinci yazıyı bir bütün olarak aldığımızda harika bir makale ortaya çıktığını belirtmek gerekir. Örnek metinlerle zenginleştirilmiş olsaydı tadından yenmezdi. Tebrikler…

  • haşmet , 10/11/2017

    Sezai Karakoç Dosyasına dahil edilmeli bu yazı. Sonra da Edebifikir olarak bir Sezai Karakoç kitabında bu yazılar toplanmalı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir