gidip sırrımı söyleyeceğim bir dağa
dağ kendini hazırlasın
ay o denizin üzerinde boğulurken
ben bir dert oldum
dolabımda sakladığım atların
onulmaz kesikler bırakan o meşhur sessizliğimizi
yıldırmıyor hiçbir ses
o sesi katışıksız uykularımızda
saçlarımızın arasından korkulara sürüyoruz
bıçakla
yaralanmış resimlerle doldurmuşuz hayatı
her tablodan kan sızıyor
çocukluğumun incirliğinde dolaşırken
kaşındıran o sütü içmişim
ışıksız gecelerinde dağların kederine yaslanırken
sise takılı kalmış gözlerim
bitlis mutki karayolunda tüten o yangın
fırtına gibi
bir askerin nöbetteki hüzünlerine yakalanmışım
uzar haritasında coğrafyanın mümbit anadolunun
büyür ben olurum
elini uzattığı dalda bir yaprak
çeşmelerinden kuzularını sulayan çobanın
üzüldüğünde
ırmaklarında saçları yıkanan
mor gecenin
kırağı düşünce göz yaşlarıdır derdim
çimenlerin
güneş doğunca
sevincini paylaşan kuşların sesinde
kaybolan
billur kasesinde gündüzün
ben defalarca geldim kendime
açıp girdin kapılarımdan
cereyana tutulduk
sırrın ardına dağlar yaslanırken
adım adına yoklukla kazındı
Bilal Can