Stalker: İz Sürücü

“eskiler iz sürerdi.
biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
yansıyan bir tasarımla gerçeği.”
(İsmet Özel – Şivekâr’ın Yolculuğudur)

“İnsanın en derininde hangi dilek yatar?” diye bir soru sorsam, sanıyorum herkes farklı bir cevap verir. Peki, bu dileğin gerçekleşebileceği ama insanların girmesinin yasak olduğu bir yerin varlığını tahayyül edebilir miyiz? Ya insan..? İnsan en derinden gelen dileğin gerçekleşmesine dayanabilir mi? Öyle bir yer hayâl edin ki, sadece bir kişi oraya ulaşmanın yolunu bilsin ve o kişi, dilek sahiplerini kutsal yere götürmek için elinden gelen her şeyi yapsın.

Andrey Tarkovski, 1979’da çektiği Stalker filminde bu konuyu ele alır. Stalker, Rusya’nın en ünlü bilimkurgu yazarlarından Boris ve Arkady Strugatski Kardeşler’in Yol Kenarında Piknik (1972) adlı kısa romanından esinlenerek sinemaya uyarlandı. Tarkovski, her ne kadar bu romandan yararlandıysa da birçok yan hikâyeyi senaryodan çıkardı ve hikâyenin asıl sorununa odaklandı.

Stalk” fiil kökünden türetilen Stalker kelimesi, “sezdirmeden yaklaşmak, ayakları yere sürterek yürümek, belli etmeden takip etmek, iz sürücü,” anlamına geliyor. Yol Kenarında Piknik romanındaki stalkerlar yani iz sürücüler, yasak bölgeye girileceğini bilen kişilerdir. Stalker adı verilen filmin başkarakteri de, yasak bölgeye nasıl girileceğini ve olağanüstü doğa kanunlarını bilir.[1]

Tarkovski, Stalker filminde bizleri insanın varoluşuna dair zaman zaman sıkan, fakat daha sonra hakikat ışığını göstererek umuda gark eden bir yola sürüklüyor. Varlık, hakikat, gerçeklik, yanılsama, arzu, umut, hayaller, ihtimaller filimde ağır ağır akıyor. “Bu koca evreni içinde taşıyan insan: İşte benim tek ilgi odağım.” diyen Tarkovski, eşsiz anlatım kabiliyetini ve Fransız sinemasının şiirsel realizm geleneğini bizlere aktarıyor.

Stalker, Bölge adı verilen ve girilmesi devlet tarafından yasaklanan ve de bu yasağı delmeye çalışanların ölüm ya da hapisle cezalandırıldığı bir yere yolculuğu anlatır. Bu Bölge, bütün arzuların, dileklerin gerçekleştiği yerdir.

Bölge’nin yapısı son derece farklıdır. Dileğin gerçekleşeceğine inanılan bir Bölge, o Bölge’nin içerisinde bilinmeyen bir şekilde sürekli yer değiştiren türlü türlü engeller ve ulaşılması zor görünen dilek Oda’sı. Dilek Odası’nda, kimin neyi dileyeceği ise merak konusu! Fakat Tarkovski, insanın en derin dileğinin yaradılışla ilgili bilgi olduğunu bize hissettirir. İnsanın özü oradadır, derininde ama hakkında hiçbir şey bilinmez. İnsan, bu bilinmezliğe rağmen hayatını sürdürür, şekillendirir. Bilinmezlik hep içindedir ama tanımlayamaz. En derinde duran bilinmezliğin orada var olduğunu bilmek bir sancı oluşturur. Bunun farkında olan başkarakter Stalker (Yazıda “İz Sürücü” ismi kullanılarak yine başkaraktere işaret ediliyor), “Bilincim dünyayı kendine çekmek için vejetaryen olmak istiyor; bilinçaltım ise bir parça et için çıldırıyor. Neyi istediğimi nasıl bilebilirim?” diyerek bizlere bu sancısını hissettirir.

Bölge’de bambaşka bir gerçeklik algısı vardır ve girmenin bilindik bir yolu yoktur. Oraya çıkan yollar her an değişir, gidilen yoldan asla geri dönülmez. Bu yüzden İz Sürücü’nün dışında farklı bir yola girilmez. Sonu ya kaybolmaktır ya ölüm… Kurtulmak imkânsız değil, eğer en derindeki arzuda hâlis bir niyet varsa… Fakat ölümden kaçış yok. Bölgede, arzularına kapılıp İz Sürücü’den ayrılarak yoldan çıkanların ceset kalıntıları görülür. İz Sürücü’nün eşliğinde yapılan kişisel bir yolculuktur bu.

Bölge’ye, İz Sürücü ile yolculuk yapan iki kişi vardır. Birisi Yazar, diğeri de Bilim Adamı. Birisi kelimelerle, şiirlerle, uzun uzun cümlelerle gerçeğin peşinden giderken, diğeri deneylerle sonuca ulaşmaya çalışır. Bilim Adamı’nın gerçeklik algısı sadece deneylerin verdiği sonuçlar çerçevesinde şekillenir. Başta kendinden emindir, Bölge denilen yerin gerçekliğini oraya giderek deneylerle sonuçlandırmak ister. Yazar ise hakikate yaklaştıkça onun kendisinden uzaklaştığını söyler. Filmin başında da sonunda da hep tereddüt ve çaresizlik içerisindedir. İz sürücü ise gerçeğe sadece sezgiyle, kalbî ilhamla, derin hislerle yaklaşabileceğine inanır ancak o da alabildiğine çaresizdir. Bunun bir başkasına aktarılamayacağını bilir. Bundan dolayı insanları Bölge’ye götürmek, gerçekle temas ettirmek ister.

İz Sürücü, Bölge’ye her ne kadar hâkim olsa da Bölge’nin değişen yapısından dolayı farklı yollar dener. Elinde bezlere bağlanmış taşlar, İz Sürücü’nün yanında taşıdığı tek şeydir. Yazar ve Bilim Adamı ise yanında hiçbir şey götürmemek zorundadır. Yolculuğa çıkmadan önce yanında çanta getiren Bilim Adamı’nın çantasını bırakmak ister İz Sürücü. Çünkü çıkılan yol yeni, bilinmezliklerle dolu ve bilinenlerle yola çıkmak ağırlık yapar. Buradaki çanta elbette ki sembolik. Çantada olgular, deneyler, hipotezler var yani yük. İz sürücü yanındakilere bunu öğütler. Filmin izleyiciye vermek istediği mesaj da bu olabilir. İnsan, bilmediği bir yolun yolcusu olduğunda yanına her ihtimali düşünerek bir şeyler alır, yükü artar. Fakat bir rehberin eşliğinde gidilen yolun kolaylıkları başkadır. Neyin gerekli olduğu, neyin yük olduğunu o bilir. O, gide gele artık yol olmuştur. Yol, bizatihi kendisidir.

Bölge’ye girmek neden yasak, peki? Bu soruları filmi izleyen gazeteciler Tarkovski’ye de sorarlar: Cevap kaçamaktır ancak biz, arzuları felaketle sonuçlanabilecek insanların korkuları sebebiyle Bölge’ye girmek istemedikleri sonucunu çıkarabiliriz. Filmde, Bilim Adamı, Yazar ve Stalker, onca zorluk sonucu ulaştıkları odanın eşiğinde, girmekten vazgeçer, vadedileni reddederler. Bilim Adamı, her şeyi yok edecek bir bilginin peşindedir; vazgeçer. Yazar, dâhi bir yazar olmak ister; vazgeçer çünkü sanatçı en baştan bir dehaysa, sanatı bütün anlamını yitirir. İz Sürücü, tebliğ edendir, garip bir elçidir. Onun en aslî arzusu yolculuğun kendisidir, bu yüzden vazgeçer. [2]

Andrey Tarkovski sinemasını izlemek ve anlamak kolay değil açıkçası. Onun sineması, insanın sancılarını, unutulan gerçekliklerini gün yüzüne çıkartma çabasıdır. Bu sebeple filmleri daima zordur; metaforlar, simgeler, geçişler, işaretler… Fakat Tarkovski umudu canlı tutar. Stalker gibi zaman zaman acımasız bir umutsuzluk ve çaresizliğin sergilendiği bir filmde bile bir yerden umut fikrini yakalamalısınızdır. [3]

Tarkovski, kullandığı kameraları çok iyi konumlandıran bir yönetmen. Bunu hemen her filminde görebiliriz. Stalker’da ise birçok sahnede kamera, geniş açıdan başlar ve diyalogların derinleşmesi ile birlikte yakın çekime ağır ağır geçer. Gerek uzak çekim, gerek yakın plan çekimlerde simetrik sahnelerin olduğunu da görebiliriz. Film, monokrom çekim ve kahverengi temayla başlıyor. Bu renk, ağır ve kasvetli bir hava katıyor. Bu sahnede arka planda yolculuğa işaret eden tren sesi ise yer yer rahatsız edici bir şekilde kullanılmış. Zaten bu ses ile başrolün yolculuk için harekete geçtiğini görüyoruz. Filmin sinematografisi ise bazı sahnelerde ön plana çıkıyor. Özellikle, yaklaşık 4 dakika süren motorlu el vagonunun kullanıldığı sahnede Tarkovski sinematografisi zirve yapıyor diyebilirim. Bu sahnede gerek ses efekti, gerek kameranın vagonu takibi, yakın çekimler ve gardan Bölge’ye doğru yolculuk yaparken kahverengi tondan renkli tonlara geçişi enfes…

Stalker aracılığıyla katharsisi yaşarız, yani sarsılmayı. En derindeki arzularımızın sarsıntısını… Yazıya, Tarkovski’nin İz Sürücü’nün ağzından insanoğlu için temennilerini anlattığı, katharsisin yaşandığı şu satırlarla son veriyorum:

“Onların bütün planlarının gerçekleşmesini sağla. Onların umut etmelerini sağla. Ve onların kendi tutkularına gülmelerini sağla. Onların tutku diye adlandırdıkları şey, duygusal enerji değil dış dünya ile aralarındaki çatışmadır. En önemlisi kendilerine inanmalarını sağla. Onların çocuklar gibi çaresiz kalmalarına izin ver. Çünkü zayıflık harika bir şeydir. Ve güç hiçbir şeydir. Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir. Öldüğü zamansa katı ve duygusuzdur. Bir ağaç gibi büyürken körpe ve yumuşaktır. Ama kuru ve sert hale geldiğinde ölüp gider. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık varoluşun tazeliğinin ifadeleridir. Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramaz.”

Adem Suvağcı


[1] Bâbek Ahmedî, Kayıp Umudun İzinde Andrey Tarkovski Sineması, Çev. Faysal Soysal & Veysel Başçı, Küre Yayınları, İstanbul, 2011, s. 121
[2] Feyza Şule Güngör, Sinemada Felsefe, Maarif Mektepleri, Mart 2018, say. 96
[3] Feyza Şule Güngör, Sinemada Felsefe, Maarif Mektepleri, Mart 2018, say. 93

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Smyy , 18/03/2023

    Yol bulamıyorum yokluğa
    Yola çıkamıyorum
    Yol muyum acaba !
    İçimin sesi derinlere ulaştıkça cılız bir hal alıyor…
    Yine duyamıyorum

  • Abdülkerim , 16/01/2023

    “iz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için

    biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz

    korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir