Biz Evi, Ev Sahibiyle Kiralardık

Gurbette öğrenci olmanın güzel yanları hiç mi yok? Bu soruyu bana sorarsanız cevabım “evet” olur. Zira okul için evinizden ayrıldığınızda eğer bütçeniz el verip kendinize bir ev tutmuşsanız, akşam olup evinize döndüğünüzde cebinizdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açmak, eve girmek bambaşka bir duygudur.

Türkistan’da eğitim hayatımız başlayınca birçok arkadaşım bu tecrübeyi yaşamıştı. Kendi evinizin, kendi odanızın olması insana farklı bir duygu veriyor. Mutfağından salonuna kadar her türlü ihtiyacını sizin karşıladığınız ve kirasını ödediğiniz bir eve sahip olmak bir nevi insanı aile babası olmuş gibi bir hisse boğuyor. Belki bir nebze de mesuliyet duygunuzu arttırıyor. Okulda dersler, evde ihtiyaçlar ve faturalar hep size bakıyor, her şey sizin sorumluluğunuzda oluyor.

Anahtarın Bir Yedeği Ev Sahibinde

Tabiî bunlar işin güzel tarafları. Zaman zaman bu işin tatsız tarafları da ortaya çıkıyor. Bazen ev reisliği konusunda staj yapıyormuş gibi bir hisse de kapılıyorsunuz. Ev sahibinin her türlü güzellikleriyle bazen de cinslikleriyle boğuşmanız gerekiyor. Yakın bir arkadaşımın bir ev sahibesi vardı ki aynısından bende olmadığı için çoğu zaman Allah’a şükretmişimdir. Zira hafta sonu eve gelen arkadaşım ev sahibini evin mutfağında çay demlemiş ve gayet keyifli keyifli oturmuş buluyordu. Siz evi kiraladığınızı sanıyorsunuz ama ev sahibi öyle düşünmüyor. İstediği zaman evi açıp giriyor ve kendi eviymiş gibi rahat davranabiliyor yani.

Tamam, teknik olarak ev onun ama evin kirasını ödediğinize göre, bu kira süresince ev sizin olması gerekmiyor muydu? Ama işin bu kısmında bir algı ve alışkanlık sorunu oluyor. Türkistan’da ve Kentav şehrinde evler eşyalı tutuluyordu. Ev sahibi anahtarı size verirken yedeğini de kendisine alıyor ve istediği zaman evdeki eşyaları kontrol etme bahanesiyle eve giriyordu. Siz de mutfakta gayet şirin bir şekilde oturmuş çay içen ev sahibi tipiyle karşılaşıyordunuz. Anahtarı değiştirmek gibi bir lükse de sahip değilsiniz. Çünkü buna hemen itiraz ediyor ve eşyaları kontrol etmesi gerektiğini söylüyordu.

Ben, daha içtiği çayın bulaşığını yıkayan ev sahibi de görmedim. Mesele bir aşamadan sonra size o kadar tuhaf geliyor ki bardağın ya da demliğin yıkanıp yıkanmaması gibi absürt bir durumu tartışmaya başlıyorsunuz anlayacağınız.

“Evin Bir Odasında Ben Kalacağım”

Bir gün misafirliğe gittiğim bir arkadaşımda başımıza ilginç bir olay gelmişti. Gece saat ikide kapı çalınca ben de “Kim o?” deme gafletinde bulundum. Gelen, ev sahibinin yeğeniymiş. Kentav’a bir iş için gelmiş ve işi akşam bitip de dönüş için araba bulamayınca teyzesinin evi dediği bizim eve gelmiş. Kapıyı öyle bir çalıyor ki sanırsınız biz ona borçluyuz da o da alacağını almaya gelmiş. Ben kapının arkasından ne istediğini sorunca o da gayet doğal bir şeymiş gibi “Burası teyzemin evi. Bu akşam bana kalacak bir yer lâzım. Bir odada da ben kalacağım.” demez mi?

İlk başta bu diyaloğu şaka sandım. Ama arkadaş o kadar ciddiydi ki ev sahibini aramak zorunda kaldık. Ev sahibi bu işi hiç ciddiye almadı ve kapıyı açmamamızı tembih ederek yeğeninin kısa zamanda gideceğini söyledi. Bizdeki şaşkınlık elbette onda yoktu.

Ertesi yıl bir Ahıska Türk’ünün evini kiralamıştım. Kira ödemek için yanına gittiğimde sohbet de ederdim kendisiyle. Sovyet dönemiyle ilgili sorular sorar o dönemler hakkında anlattıklarını ilgiyle dinlerdim. Gerçi Ahıska Türklerine misafir olduğunuzda düğün kaseti izlemek zorunda kalma riski olduğunu bir yıl önce tecrübe ettiğim için kira ödemeye gittiğim zamanlarda düğün kaseti izlemeye karşı tedbir alıyordum. Bunun yerine ev sahibinden Stalin dönemindeki sürgünleri dinliyor ve geçmişte yaşananlara hayret ediyordum. O zaman, yıllar öncesinde bu coğrafyada nasıl zulümler yapıldığını insan daha iyi anlıyordu.

Ev sahibimiz geçmişte kaloriferlerin 1 Kasım itibariyle yandığını ve Mart’ın ilk haftasında da kapatıldığını anlatmıştı. Bundan önce veya sonra soğuktan donsanız da yakılmazmış. Bir keresinde Mayıs’ın ilk haftasında kaloriferlerin sönmemesi üzerine bu işle ilgilenen görevliye gidip kaloriferleri kapatmasını evde duramadıklarını ve bahçede yatmak zorunda kaldıklarını söylemişler. Ancak görevli “Bu yıl bitmesi gereken mazotu yakamadık. O yüzden mazot bitene kadar yakacağız. En fazla bir hafta daha sürer. Biraz sabredin” demiş.

Sistem düşünmeden itaat etmek üzerine kurulunca işler de böyle sarpa sarıyor ve o zaman da iradenizi kullanmanız gerektiği hâlde kullanamıyorsunuz. Çünkü sistem sizden irade kullanmayı değil itaat etmeyi bekliyor.

Davut Bayraklı

Resim: Jo Grundy

Türkistan Hatıraları

Gurbette Öğrencinin Ütüsünden Radyo Yaparlar
Her Şey Ortak, Tuvaletler Dâhil!
Bu Pazar Farklı Pazar
Kavramsal Sanata Nal Toplatmak
Her Şey Çok Daha Güzel Olacak!
Sabun, Leğen ve Ustura
Ah Şu Berberler!
Biraz nefes evladım, biraz nefes!

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • A.B. , 07/08/2019

    “Sistem düşünmeden itaat etmek üzerine kurulunca işler de böyle sarpa sarıyor ve o zaman da iradenizi kullanmanız gerektiği hâlde kullanamıyorsunuz. Çünkü sistem sizden irade kullanmayı değil itaat etmeyi bekliyor.”

    Bu sistem bana çok tanıdık geliyor. Belki Davut Hocamın bahsettiği kadar katı kurallar dahilinde olmasa bile tanıdık. Sırf geri dönecek diye kullanılması gereken ödenekler, bir yerden boya geldi diye gereksiz yere boyanan duvarlar… Mal sahibi olmaya gelince ise “mal benim istediğimi yaparım” düşüncesi. Mana yaşamdan uzaklaşınca madde yerini dolduruyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir