Abartısız Şehir: Erzurum

Elazığ’dan Erzurum’a ulaşmak için önümüzde iki seçenek vardı. Ya 5 saatlik Tunceli-Pülümür-Tercan-Aşkale rotasını ya da 4 saatlik Kovancılar-Karakoçan-Bingöl-Karlıova-Çat rotasını tercih edecektik. Zamandan tasarruf imkânı ve otobüs seferlerinin daha sık olması gibi sebepler bizi ikinci seçeneğe götürdü. Terminalden yola çıktıktan sonra Gülüşkür Köprüsü’ne kadar beklenmedik hiçbir şey olmadı. Keban Barajı uzun bir süre sol tarafımızda bize eşlik etti. Otobüsümüz herhangi bir Anadolu şehrinden başka bir Anadolu şehrine nasıl gidiliyorsa bizi o şekilde taşıyordu. İlk önce şehrin merkezinden çeperine doğru eskiliğin görünürlüğü azaldı ve yeni olan her şey göze çarpmaya başladı. Trafik lambaları, binalar, park alanları, sokaklar ve caddeler çeperlere doğru gençleşiyordu. Şehir merkezinden ayrıldıktan sonra ise birden herhangi bir Nuri Bilge Ceylan filmine konu olabilecek şekilde anonim köyleri görmeye başladık. Gülüşkür Köprüsü’nü geçtikten sonra özellikle Bingöl-Karlıova arasında çorak bir iklimde kolay kolay görülmeyecek cinsten yeşil tepe ve sulak düzlükler olması dikkatimizi çekti. Sulak düzlüklerin yakınlarında küçükbaş hayvanlar için yapılmış ağıllar vardı. Yolu daha iyi gözlemlemek adına, otobüsün en önde sağ tarafındaki iki koltuk için bilet satın almıştık. Emirhan’ın emniyet kemerini bağlamadan uyuduğu esnada Karlıova girişinde şoförümüz yoldan çekilmeyen bir ineğe çarpmamak için ani fren yaptı ve Emirhan’ın ön cama fırlamasını muavinle beraber son anda engelledik. Beyazı baskın alaca renkli ineğe hafif şekilde çarptıktan sonra inek dizleri üzerinde 10 metre kadar sürüklendi. Şoför ve muavin aracı sağa çekip ilk önce tamponu sonra hayvanı kontrol ettiler. Tabii bu esnada mesleğe başladığı güne lanet edişlere kadar trajikomik konuşmalara da kulak misafiri olduk. Birkaç dakikalık gözlemden sonra hayvanın yürüyebildiğini gören şoför ve muavin yola devam ettiler. Araca döndüğünde Emirhan’ın emniyet kemerini takılı gören muavin muzipçe gülümsedi. Yaklaşık 4,5 saat süren bir yolculuktan sonra saat 14.30 gibi Erzurum’a vardık.

Erzurum Kalesi

Şehre gelmeden epey önce cağ kebap konusunda araştırmamızı yapmıştık. Tercihlerimizi halkın tercihlerine göre ayarlayacaktık. Çünkü Erzurum’a gelenlerin lokanta tercihi genelde Koç, Gel-Gör ya da Muammer Usta oluyordu. Fakat buralar yerlilerin pek tercih ettiği mekânlar değildi. Halkın rağbet ettiği yerler genel olarak Şenyurt, Aksu, Hacıbey ya da Çınar’dı. Şenyurt ve Çınar’da cağ kebap tatma imkânımız oldu. Bu konuda iddialı olan Artvin Ardanuçlu Ersin Dede’nin cağ kebabıyla kıyasladığımda Erzurum’da damağa etten önce gelen çiğ soğan tadı yoktu. Karabiber ve soğan suyunda 8-24 saat bekletilerek yapılan cağ kebabında Erzurum gönlümde epey yer etti diyebilirim.

Erzurum Kongre Binası

İstanbul, Ankara, Artvin ve Erzurum içinde asla unutamadığım yer Şenyurt oldu. Kongre Binası’nın yukarısında izbe bir yerde hizmet veren bu işletme her türlü övgüye lâyık. Çiğ soğandan ziyade karabiberle dengelenmiş etin tadı hemen damağınıza geliyor. Kendilerine teşekkür edip iyi dileklerimizi ilettikten sonra şehir merkezinde yürümeye başladık. Erzurum Kongresi’nin yapıldığı Kongre Binası ilk uğrağımız oldu. Dıştan çok vakur duran binaya girip üst katına çıktık. İllerden gelen temsilcilerin nereden geldiği ve nerede oturduğunun yazıldığı sıralarda biz de oturduk. Binanın hem içi hem dışı çok iyi korunmuş ve bilgilendirme yazıları ilk bakışta gözlerin hemen ilişeceği yerlere koyulmuştu. Oradan ayrıldıktan sonra Kongre Caddesi üzerinde yürümeye devam ettik. Taşhan olarak da bilinen Rüstem Paşa Kervansarayı’na vardığımızda yağmur yağmaya başladı. Hemen kendimizi hanın içine atıp meşhur Oltu Taşı’ndan tespih ve yüzük yapan dükkânları gezmeye başladık. İki katlı han, Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazam’ı Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında kervansaray olarak yaptırılmış. Bununla birlikte sınır uçlarında yer alan karakol binası yani ribat olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Günümüzde ise Vakıflar Genel Müdürlüğü kontrolünde çarşı olarak hizmet vermektedir. Henüz bunun için erkendi ama yürümeye başladıktan yaklaşık 1,5 saat sonra şehrin düzenli bir şehir olabileceğini hissetmeye başladık.

Erzurum Yakutiye Medresesi

Öğleye doğru canımız kahve çektiğinde kahve içecek yer bulmakta epey zorlandık. Şehirde çay kültürü çok baskın. 45 dakikalık bir araştırmadan sonra Erzurum İdare Mahkemesi’nin çaprazında Yakutiye Belediyesi’nin yanında bir kahveci olduğunu öğrendik. Hızlıca oraya gidip kahvelerimizi içtik. Mekân sahibi ile tanıştık. Kendisi gibi kahve yapan yerlerin neredeyse olmadığını söyledi. “Biz kıtlama çay içeriz, kahve pek aranmaz” dedi. Bize kahve yaparken kendisi de çay içiyordu. Bulunduğumuz konum ziyaret etmeyi planladığımız yerler bakımından çok merkeziydi. Erzurum Kalesi birkaç yüz metrelik mesafedeydi. Kahve molasından sonraki durağımız belli oldu. Kalenin iç planı kazılarla meydan çıkarılmış olsa da henüz tamamlanmamış gözüküyordu. İçeri girip hafif eğimli bir rampadan yürüdükten sonra sola dönüp kule denilen ve ziyaretçilerin dar ve tehlikeli merdivenlerden sırayla inip çıktığı bir noktaya geldik. Sıra bize geldiğinde 6-7 kişinin anca sığabileceği gözetleme yerine çıktık. Şehri kuşbakışı izledikten sonra Yakutiye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese’yi sırasıyla ziyaret etmeye karar verdik. Birkaç dakika sonra Yakutiye Medresesi’ne vardık. İlhanlı dönemi eseri olmasına rağmen medresenin içinde sergilenen parçalar genellikle Osmanlı kültürüne aitti. Bu uyumsuzluk hemen gözümüze çarptı. Odaları gezmeyi bitirdikten sonra Çifte Minareli Medrese’ye geçtik. Burası, Yakutiye Medresesi’ne göre çok daha haşmetli ve göz alıcı bir yapı. Özellikle akşam ışıklandırması çok iyi olduğu için 24 saat boyunca varlığını hissettiriyor. Yapının taç kapısındaki bezemelere bakıldığında ilk dikkati çeken husus Orta Asya Türklerinin simgesi olan çift başlı kartal. Avlusuna girdikten sonra çeşitli tarihi parçaların gösterildiği odaları ziyaret etmek mümkün olabilir. Zaman zaman sergi olarak da hizmet vermekte.

Erzurum Üç Kümbetler

Çifte Minareli Medrese’nin hemen arkasında yürüme mesafesinde Üç Kümbetler bulunmakta. Bu kümbetlerden en büyüğünün 12. yüzyılda imar edildiği ve Emir Saltuk’a ait olduğu değerlendirilmektedir. Diğer iki kümbetin kime ait olduğu bilinmemekte ancak 14. yüzyılda inşâ edildiği düşünülmekte. Havanın açık ama bulutlu olduğu bir zamanda ziyaret edebildiğimiz için ışığı ayarlamakta zorlanmadık. Ancak etraftaki binaları kareye almayacak şekilde doğru açıyı bulmakta epey zorlandık. Üç Kümbetler’den sonra Osmanlı dönemine ait ilk eser olan Lala Mustafa Paşa Camii’ni ziyaret ettik. Burası Şehzadebaşı ve Sultan Ahmet Camii’lerine benzer planda ama daha küçük ölçekle inşâ edilmiş bir yapı olarak bilinmektedir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Erzurum Beylerbeyliği yapan ve aynı zamanda Kıbrıs fatihi olan Lala Mustafa Paşa tarafından 1562 yılında yaptırılmış. Bir Mimar Sinan eseri olan bu camiin yanında bir saray ve bir sıbyan mektebinin olduğu yazılmakta ise de günümüze ulaşmamış. Cami, Yakutiye Medresesi ile Çifte Minareli Medrese arasında Yakutiye Medresesi’nin hemen dibinde yer almakta. Nispeten ufak ama sağlam bir görüntü veren camiinin içi taş yapılardan dolayı dışarıya nazaran serindi. İnsanı kendisine çeken huzur dolu bir havasının olduğunu belirtmekte fayda var.

Erzurum Lala Mustafa Paşa Camii

Daha sonra fazlaca övüldüğü için Emirşeyh köftesini denemeye gittik. Et ve tuzdan yapılan bir nevi şiş köfte olan bu yemeği beğenmedik. Çok kuru ve yağsızdı. Tadımlık cağ kebap istediğimizde bize yanık et getirdiler. Hesabı isteyip mekândan ayrıldık. Erzurum evleri son uğrağımız olacaktı. Geometri ve düzenin hâkim olduğu evlerde genelde gözleme ve kahvaltı verildiği için fazla vakit ayırmadık. Artan vaktimizi şehirden ayrılmadan önce yerleşim yerlerinin genel düzenini görmek için yürümeye ayırdık. 2 saat kadar yürüdükten sonra vardığımız kanaat Erzurum’un Ordu ile beraber Türkiye’nin en düzenli şehirlerinden bir tanesi olduğu gerçeği idi. Gerek sokak ve caddelerin durumu gerek şehir peyzajı gayet iyi planlanmıştı. Sıkışık olmayan düzenli bir şehre geldiğimizi şehirden ayrılırken idrak ettik. Hatta şehrin haritasına yukarıdan baktığımızda Bursa ile benzer bir plana sahip olduğunu da gördük. Dağa yaslanmış, kültür varlıklarının bir arada olduğu, terminal ile şehir merkezi arasında ovanın yer aldığı bir görünüm… Ancak Bursa’nın Erzurum kadar düzenli bir şehir planlamasına sahip olmadığının altını çizmek gerekir. Palandöken’e sırtını dayamış bu güzide şehrin merkezi ilçelerine göre çok iyi seviyede. Belediyecilik bakımından yapılabilecek en büyük eleştiri merkeze uzak ilçelerin aynı oranda yatırım ve hizmet almamış olması olabilir. Tortum’a bağlı olan eski adı Kiska Kapı yeni adı Derekapı olan mahalleye uğrama imkânımız olmadı. Burasının cağ kebabının Erzurum’un en iyisi olduğuna dair rivayetler var. Hatta Şenyurt cağ kebabın buraya çok yakın bir köyden çıktığı biliniyor. Belki de bir sonraki ziyaretimizde çevre ilçeleri gezerken bu mahalleye özellikle uğramamız gerekecek.

Erzurum Taşhan

Bir insanı tanımakla şehri tanımak arasında çok az fark var. Şehirler ne kadar çeşitliyse insanlar da bir o kadar çeşitli. İç düzeni ve karakteri oturmamış şehirlere rast gelmek bu özelliklere sahip insana rast gelmekten daha az olası. Abartılan ve kusurları örtülen şehirler olduğu gibi abartılan ve aslını göstermeyen insanlar da var. Bu kıyasta en büyük farklılık şurada oluşabilir: Bir şehri yeniden şekillendirmek zor olsa da imkânsız değil ama belirli bir eşiği aşmış insanın yeniden şekillenmesi imkânsıza yakındır.

Muhammed Furkan Kâhya

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir