İki Çay Daha

Biri yaklaşıyor. O mu acaba? Şalım düzgün mü? Hay Allah, saatim nasıl da takıldı püsküllere! Heyecandan elim ayağıma dolaştı. Sakin ol kalbim. Neyse ki o değilmiş. Derin bir nefes daha… Bahçe nöbeti tutan öğretmene döndüm. “Koşma yavrucuğum, düşeceksiniiiiiz!”

– Bana mı dedin abla? Çay mı istediniz?

– …

Dünyamıza yaklaşan tanımlanamayan bir nesne var. Masama düştü. Annem öbür odadan terlik fırlatmış gibi. Hoş geldiniz desem mi? Ayağa kalktım ama selamsız sabahsız çöreklendi masaya. Kır ve gür saçlarıyla her an hırgür çıkaracak sanki. Hele bir başını kaldırsın da! Kılıçlarımı kuşandım. Plevne marşım hazır. Ne oluyor? Omuzları çöktü, boynunu büktü. Nöbetçi öğrenci, onu müdürün odasına çağırdı. Elleri titriyor. Çaya dokunamıyor. Adı neydi? Adım neydi? Saçlarını düzeltiyor hâlâ. Kesin saç taramaktan geç kalmıştır. Ah Hülya Teyze… Hele bir dergâha varayım, soracağım hesabını. Ve hatme sonrası çay ikramlarını… Neyse susayım da o başlasın. Konuşabilirse tabii…

Annesinin parka çıkardığı çocuklar gibi niçin bu denli gülüyor? Sürekli hareket halinde. Hiperaktif mi yoksa? Antidepresan içiyor olmasın! Tövbeler olsun, biz yalnız çorba içeriz hemşerim, deyip kalksam mı? Boyu da kısa sanki. Bizimkisi uzak mesafe ilişkisine döner sonra. Vah vah… Pek üzüldüm bizim Ahmet Amca’ya. Dışarıdan gördüm yeşil türbe, içine girdim estağfirullah tövbe. Dergahımızda aksakallı piri fani. İçeride mahzun kederli. Şu yaşında tutulduğu imtihana bak! Allah imtihanını kolay eylesin desem, kenardan sıvışıversem… Yok yok, ayıp olur. Önce o başlasın en iyisi. Tabii cesareti varsa.

Biz bununla anca buzdolabındaki yumurta ile limon oluruz. Babacığım derviş. Bu ise düpedüz meczup! Form çayıma bisküvi batırır. Kettle’da makarna yapar. Ah ah… Keşke mor ametist yüzüğümü taksaydım. Bak gerildim şimdiden, sinirlerimi zıplattı. Dişlerimi sıkmışım yine. O kadar da plak kullandım. Hepsi para tuzağı. Aaa, diş randevusu ne zamandı? Aygül Hanım’cım elleri pek hafif. Ama klinik çok uzak, dağın başı. Arabayla bile zor çıkıyorum. Araba demişken piyasa hareketli, al-sat işine mi girsem? İyi para var diyordu bizim Sema. Sema dedim de aklıma düştü, bu adam sema yapmayı mı bekliyor? Boynu bükük…

Önce hediyeyi versem tuhaf mı olur? Kitap okuyor mudur? Yoksa sadece kahve yanı fotoğrafçılardan mı! Harflerin kokusunu bilir mi? Kelimelerin yaraladığı kalp, dağlı olur. Bununsa kafası dumanlı. Gönül iklimi de bi’ garip duruyor. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı. Akdeniiiz akşamlarıııı… Öhö öhö… Okuma yazma bilir mi ki acep? Estağfirullah, Allah’ım affet. Ahmet Amca hakkında suizan ettim. Evladı, elbet öğretmiştir. Nasıl da yüzüklerle süslenmiş, heveslenmiş garibim. İşi gücü heva heves… Emmarenin kölesi olmuş, gönlü mutmain değil. Akademisyen birine yakışır mı bu rüzgârgülü? Akşam yemeğe çıkarsam sokak lambası gibi parlar. Gündüz fakülteye gelse, araştırma konusu olur. En iyisi bir başkasının yüksek lisans tezi olsun, ben usuldan Hegel’e döneyim…

Bak bak, kolunu kaldırıyor usulca. Kesin dönmeye başlayacak birazdan. Kolları da Müfettiş Gadget mübarek! Düşünmekten bizim atanamamış filozof efendinin göz altları kararmış. Uykusu da mı bozuk yoksa? Hiiii… Toprak mizacı olmasın sakın? Toprağa tohum atsan yetmez, beğenmez. İlla su ister, çapalanmak ister; zaman ister, sabır ister. İkna olmaz. Gençliğimi kurak topraklarda çürütemem.  Abdest namaz bilmez bu filozof. Seccademi yorgan niyetine uyurken örter. Göz kapakları da kale kapısı. Zırhını kuşanıp gelmiş. Çayı bile üç kez düşünüp içiyor. O, tözü arar iken beni de köz eder alimallah! Allah’ım sen muhafaza eyle!

“Pervanenin kanatları
Surdan
Kilidine kapı olamam

Pervanenin kanatları
Sırdan
Yıldızına gece olamam”

Hasılı, gökyüzümün yıldızı değilsin desem. Nasıl etsem de kırmadan gönderiversem? Medet efendim, can efendim…

Ya Rabbel alemin… Sen beni koru, o nasıl kem bakıştır öyle! Lensleri göz mü?! Ah nineciğim, hayatta olsaydın da bir hayır dua edeydin. Beyaz yaşmağını örtüp ardımdan Fatihalar üfleseydin. Okunmuş pirincim bile yok. Sınav ise çetin. Kesin Büt’e kaldım. Okul müdürü gibi dikilmiş tepemde! Kravatımı mı unuttum yoksa? Süveterim de üzerimde. Hay Allah! Gözlüklerim, gözlüklerimi otobüste unuttum. Kart basarken makinenin arkasına koydum. Hayır, oradan aldım. Ayakkabı vurduğu için ağaca dayanıp silkelemiştim. Ağacın dalına mı astım? Ihlamur da nasıl güzel kokuyordu. Hanımefendi, takvim sorma bana, ıhlamurlar çiçek açtığı zaman…

– Âdem! Gözlüğünü çay tabağından al da çayını tazeleyeyim! Profesör olacağım diye bu yaşında gözlerinden oldun. Ahsen Abla, bizim duruşmaya daha çok mu? Ahmet Amca, bu ay son celse dediydi amma… Sizinki de açık olsun değil mi? Şekersiz.

 

Z. Rumeysa Topal

30.05.2023


 

İki Çay – Z. Rumeysa Topal

 

 

 

DİĞER YAZILAR

9 Yorum

  • Sayha... , 02/02/2024

    Konuş artık Adem:)

  • Medine Berra , 31/01/2024

    Çok güzel gidiyor. Bi an once Adem’in konusmaya başlaması gerek.

  • zeynep k. , 30/01/2024

    Devamını merakla bekliyoruz Z.Rumeysa Topal hanım, çayları ne zaman tazeleyeceksiniz?

    • Melike , 17/02/2024

      Çok güzel hikaye, Adem ve Ahsen’in evlenip çoluk çocuğa karışmış hallerini merak ediyorum şimdiden. Nasip olacak mı acep?😊

  • Hatice kılıç , 30/01/2024

    Çok güzel olmuş ellerine sağlık gülüm

  • Hatice kılıç , 30/01/2024

    Ordaymisim gibi okudum sonunda ne boşanma davası oldu orayı anlamadım ama bunlar bir konuşsa anlaşırlar gibime geliyorlar

  • Hülya teyze , 29/01/2024

    Olur olur hele bir evlensinler bak gör nasıl anlaşırlar, hem nikahta keramet vardır derler :)

  • Humulus lupulus , 29/01/2024

    “Biz bununla anca buzdolabındaki yumurta ile limon oluruz.” Tespitler ne kadar da günümüzü yansıtıyor :))

  • adem , 29/01/2024

    bu iki arkadaş sözsüz iletişimden ne zaman kurtulacak yarabbelamin, can efendim, medet efendim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir